Çocuk Gündemi,  Güncel - Aktüalite,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Şiir,  Toplum

1 Eylül Dünya Barış Günü Konuşması

1 Eylül “Dünya Barış Günü” kutlu olsun!
Merhaba Çanakkale’nin, Kepez’in barış güvercinleri,
Merhaba…

Hepinize karanfiller vermek isterdim renk renk ayırmadan ve başlarınıza defne dallarından, zeytin ağacı dallarından taçlar takmak isterdim…

Cahit Irgat’ın dizeleriyle dile getireyim gönlümden geçenleri:

“Sevinç aksın gözlerinizden
Yaş yerine
Dünya gözlerinizde güzel olsun.”

  Merhaba!
  Ama bu güzel dilekleri, bu merhabayı bize çok görenler var. Onlar ki, hepimiz biliriz onların kimliklerini, istemez hiçbirini. Ne güzellikleri ne içten bir “merhaba”yı ister onlar.

Onlar ki dünyayı kaynayan bir kazana çevirenler,
Onlar ki Filistin’de
Onlar ki Ukrayna’da
Onlar ki Vietnam’da
Rusya’da, İsrail’de, Lübnan’da, Suriye’de, Irak’ta, İran’da ve içimizde…
Bu savaşlar getirir mi “barış”ı?

  Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken diye başlasam anlarsınız: “Barış” bir masal…

  İlk kez çocukluğumda duydum barış sözcüğünü.
  Okuduğum resimli romanlarda barış çubuğu tüttürüp barış suyu içerek kutlama yapıp kafa derisini soyanlar mı getirecekti barışı?
  Savaşanları kınayıp kınayıp, ateş kes çağrısı yapıp savaşanların sırtlarını sıvazlayanlar mı getirecek barışı?
  Ya da koca koca adlı meclislerde binlerce sivili katledenleri alkışlayanlar mı getirecek barışı?

  Şairlerimiz ben beni bildim bileli, “barış” çığlıklarını dile getiriyorlar şiirlerinde oysa sağımızda, solumuzda, önümüzde arkamızda, içimizde, dışımızda hep bir savaş var.
  Daha yeni 50. yılı kutlandı Kıbrıs’ta “barış için savaş”ın.
  Yıl 1914, dedem anasına bir fotoğraf gönderir cepheden, fotoğraf arkasında bir dörtlük, bir dizesinde “Sulhu severiz harbe dahi cüretimiz var” diye yazmış…
  1940’larda Oktay Akbal “Önce Ekmekler Bozuldu” adlı eserinde “sonra her şey bozuldu” der, “çünkü yeryüzünde harp vardı, insanlar nedenini bilmeden ölüyor, öldürüyor” diye devam eder…
  Hep böyle değil mi?
  Yıl 1953, büyük usta Nazım “Lenin Barış Ödülü”nü alır. Ve ondan bir şiirin birkaç dizesinde,

“Bir şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Beş şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yüz şehir vardı.
Yeller eser yerinde.
Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
Şair kalmayacak ki.” der.

  Doğru demiş usta. İsrail, Filistin, Ukrayna, Rusya, Irak, Suriye, İran, ABD, AB… Kim kiminle savaşıyor, ne için savaşıyor, kim barış istiyor, kim kışkırtıyor, kim yaratıyor bu savaşları?
  Neden, neden?
  Biliyoruz hepimiz…
  Her zaman savaşlara karşı çıktık, hep barışı savunduk, barıştan yana olduk. Barış, barış, barış…

  Kimimiz şiirle, kimimiz tiyatroyla, kimimiz resimle, fotoğrafla kısacası sanatın her dalıyla “barış” dedik yaşamımızla…

  “Bombalarla şehirler
  Kucak kucağa,
  Ölülerle toprak;
  Beni de alnımdan bir kurşun öptü” diyor Cahit Irgat ve “Kahramanlar Kahramanı” adlı şiirinde de:

“Vinçle indirildim rıhtıma
Yüreğim kan ağlıyor,
Size dağlar gökler boyu hasretim
Göreceğim geldi sizi
Dizlerim, ayaklarım, ellerim.
Ellerim düşündüğünüz oldu mu
Başımı kim kaşıyacak
Yemeğimi kim verecek ağzıma?
Ya ağlarsam, ağlarsam
Gözlerimi kim silecek?
Ben muzaffer bir milletin
Kahramanlar kahramanı
Şimdi önümde mendil
Parsasını topluyorum
Büyük zaferin.”

Cahit Irgat 1947 yılında yayımlanan “Rüzgârlarım Konuşuyor” adlı şiir kitabında “Bu şiirler istila görmüş şehirlere ve İkinci Dünya Harbi’nin sefaletine dairdir” diyor ve kitaptaki ilk şiir ithafta:

“Niçin yaşadığını, öldüğünü bilmeyen
Dert çeken dost
Çürüyen dost,
Sizin için söylüyorum
Milyonlarca harp ölüsü adına
İyiliğin, kardeşliğin, ümidin
Aynı hakkın, hürriyetin
İnsanlığın şarkısını.” diyor.

Ve aynı kitaptaki bir başka şiirinde şunları söylüyor:

“Birer birer dert yanıyor gaziler:
-Biz ne kazandık bu harpte?
-Bir çift pabuç kâr etti
Kesilen ayaklarım,
Ama siyah gözlük lazım
Görmeyen gözlerime.
Bir ağızdan söyleniyor şarkılar:
-Şimdi yabancısıyız
Yaşadığımız toprağın
Ellerimiz, gözlerimiz, bacaklarımız
Toprak olduğu halde.”

  Dünya çıldırmış, yanıyor alev alev…
  Bombalar, güdümlü, güdümsüz füzeler, kimyasallar, misket bombaları çeşit çeşit ve uçaklar ölüm kusan…
Dünya çıldırmış barış, barış diye inletiyor insanı.
Şiirlerinden örnekler verdiğim Cahit Irgat’la ilgili yazdığım bir oyunda, “Gökyüzü Mavi Yalnızlık Lacivert”te şöyle söyleriz birlikte:

“Biz savaş günlerini gördük, yaşadık. Acıların yoğurduğu kuşağımla gelecek kuşaklara mutlu bir evren, yarına bir umut bırakamadık. Oysa bir arpa boyu umudu yeşertmekti amacımız. Arpa boyu mutluluğu çok gördük çocuklarımıza. Suçlu biziz, affetmeyecek bizi çocuklarımız, neşeli cıvıltıları doldurmayacak bu şehirleri.
Ya koca dünya…
Savaşlar, ölüler, kopan bacaklar, kollar. Yakışıyor mu sana? Giderek daha büyük bir canavar oluyorsun…
Çok yakında bir gün çocuklarımız soracak bunun hesabını, eskiden bir şarapnel parçasıyla kopan kolunu, bacağını arayıp bulan insan, şimdi tozunu külünü bile bulamıyor.”

“Anne girmem bu oyuncak dükkânına
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.
Seviyorum söğüt dalı atımı
Tekme atmaz, ısırmaz.
Ben yaşamak istiyorum
Ağaç gibi sessiz, rahat.
Karınca kararınca değil
Serile serpile boylu boyumca
Anne girmem bu oyuncak dükkânına
Orda toplar, tayyareler, tanklar var.” (*)

Bu obur dünyada günümüzde de yaşanan onca acının, onca acımasızlığın, onca vahşetin karşısında “barış” için “dünya barışı” için haykırarak sadece “susuyorum”!

Ali Erkan Güneri

(*) Cahit Irgat (Almanya’da 2.Dünya Savaşında Yahudi çocuklarına savaş oyuncaklarıyla oynamaları yasaklanmıştı.)

Not: Konuşmamı izlemek için buradan ulaşabilirsiniz. 

Siz de fikrinizi söyleyin!