Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri

Benimle Gelirsen Giderim

Müvezzin Caddesine Seranat…
Her geçen gün daha da büyüyen yalnızlıkta soluk alıp-verirken ilkbaharla birlikte önce kırlangıçlar geldi balkona. Aha! dedim, AŞK yolda… Kış uykusundan uyanmanın zamanı geldi, diye düşünürken kapının zili uzun uzun çaldı…
Mayısın ilk haftasıydı.
Ziverbey’de konağın bahçesindeydik. Sarı, kırmızı, beyaz güllerin çevrelediği tahta masada karşılıklı oturmuş: Zeytinyağlı avokadolu enginar atıştırıp rakıdan dem çekiyorduk… Körpe sakız enginar damağımdaki anasonun kokusuna yapışırken göz göze geldik… Kahverengi, iri gözleri şehvet kusuyordu bakışırken! Alt dudağını ısırırken gözlerini benden kaçırıp etrafa bakındı… Başını hafifçe eğmeçledi… Yüzünde yorgun bir gülümseme, dudaklarını öne doğru hafifçe araladı:
– Gençtik, her türlü edepsizliğe açıktık, dedi.
Sesinde gamsız bir tını vardı. Hayatı tasarlama gereği duymayan, içinden geldiği gibi davranan, aklına eseni yapan, deli dolu karaşın bir kadındı… Acılarını kendi içinde, sevinçlerini yakınındakilerle paylaşırdı… Etiket ilişkilere önem verirdi.

İki yıl önceydi.
Ortaköy Camisinin oradaydık…
Onun en insancıl sancısını derinden hissetmemiştim. Her ne ise, şimdi anımsamıyorum!
O gece sokak ortasında elini avucumdan çekti. Ilgın bir yağmur serpiştiriyordu. Boğaz’dan geçen şilepleri, vapurların, yük gemilerinin düdükleri feryat-ı figan durumdaydı… Dilimi usturayla kesip çöp sepetine atmıştım… Konuşma yetim yok olmuştu!… Kafelerin arasından karanlığın ucuna doğru yürüdü…
Bir başına bırakmıştım onu… Uzaklaştıkça topuklu ayakkabısının tıkırtısı asfaltta sustu… Bitmesini içten istemediğim aşktan yalnızlık çölüne düştüm.

Sonbahar ağaçların yapraklarını sarartmıştı. İçime hüzün dolmuştu… Sabahın çiği yüzüne yapışırken şifasız hastalığa avucumu açtım….
Keskin baharatlar almak için Mısırçarşısı’na kadar yürüdüm o sabah!
İnönü Stadyumunun üstünde bir çift martı uçuyordu. Deniz sessiz… Fındıklı’da sigara molası verdim. Kokulu mu kokulu ince sarımlı bir ganja!
Birlikteliğimizden o güne kadar adını koyacağımız çiçekler hayal ederdik… Alıştık… Baştan çıkarıcı tavırlar edindi…
Gideceğini biliyordum!…”Kadının bekaretine değil, nezaketine tapan bir erkek olmamı bekledi benden.”
Akşam telefon açtı. Arayan numara görünmüyordu. Muhtemelen telefon kulübesinden arıyordu. Şarhoştu. Ağzından saçılan sözcükler kezzap gibi dökülüyordu. Dinledim… Dinledim… Dayanamadım iki çift laf ben söyleyeyim istedim:
– Ayıp yapıyorsun, ayıp!…
– Ayıbın yolu kayıp! Dedi,’çat’ diye kapattı ahizeyi.
Yanıma sadece gururumu alıp kendi evini ona bıraktım o gece… Ziverbey’e döndüm Beşiktaş’tan!
Yokluğunda hasret büyüttüm. Yangın yerine dönen gözlerimde onun hayalini koynuma indirdim… Nicedir unuttuğum depremde uyandım… Dalgalardan sağalıp akan tuzlu sıvı tenime yayılmıştı!…
Hülyalara dalmıştım -o yokken- gitmişken… Ne olur gel böyle arada, gizli gizli ziyaret et beni. Bozgunlarımın boşluğunu doldur… Geçmişin içinde saklanan umudu maviye boyayalım: Hayat kırmızı olsun!
Açan şafla serimlenen karanfil kızıllığı bana senin büzülen dudaklarını anımsatıyor… Hiçbir rüya cepte taşınmaz, senin izdüşümünden başka!

Dün gece yolunu bekledim özlemle. Özenle sarılıp gülağızlı karaköyünde uyurken büyümek için. Özlemle! Kalbim kayboldu arsız düşüncenin imgesinde. Gece bitti sen yokken… Kaderimde ıslaklık buza dönüştü. Ardı sıra dizili inci akığı ağdadan dudakların yoksun kaldı: İnadından!…
En çılgın yolculuk sensiz -izleyicisiz- kaldı divanda.

Sokağın serinliğine uzattım başımı. Başka renkte, başka esintisi olan kadınlar da vardı… Gördüm.
Acıları deştim anı yatağında. Hoyratça kullanılan geceler düştü avucuma. Mesut olmak için açtım bu şarabı.
Büyütemedim sevdayı,
açık pencerede ıslık çaldım dudağınla.
Ben, eğlenceli gecelerde hep masada aşık oldum:
Kısa kısa…
Geçmişte usulca ayartırdık kendimizi.
Haziran’da terk ederdik kenti.
-İçinde kendimiz

”Balık tutardı elinde
Kanyonunda kaybolurdu.”
Ergenlik çağında sümbül ağacının serinliğine uzatırdım bedenimi… Papatya çevirirdim dişlerimin arasında. Ağzım arsız yeşil kokardı. Hayallere uzatırdım bedenimi… Kuru dereye su basardı epose imgeseller…

Ellerimiz
Sevdiğimiz kızların avucunda.
Avuçlarımız kızların ellerine fal bakardı.
Tedirgin kısrak koşusundan yorgun düşerdik.
Çook sonra karanlık çöktü.
Rüya gibi büyürken farkına vardık ki;
ayrı kapların kapağı olmuşuz…

Ne çok kalabalıktık çocukken! Tırnaklandıkça geçmiş kan akıtır içinden: Vefa ile yüzleşme olanağı bulamadık hiç!
Aşkın bir haysiyeti vardı,
Facebook çıktı masumiyet alfabeden düştü.
Şimdi yolcusu bol olan otellerde sevişiyoruz boynuz kırarak!… Dakikalık kayışıyoruz, ayıptır söylemesi: Zaman ayarlı düdüklü tencere bekliyor evde!

Puslanan camın önünde bakarken gördüm. Kavgalarda dayak yediğim çocuğu. Hüzünlü akşamüstleri balkonda çekirdek çitletirdik tuzlu. Işıklar sönerdi Kadıköy’de.
Umuda tutunacak aşklar aradım acısız, kırmızı şarabın kekremsi tadında.

Yaslandım abc’nin tüm harflerine
Hayat! Hayat hoyratlık yapma bana,
dedim.

Yağmur çiseliyordu buluştuğumuzda
Kirpikleri ıslanmıştı
iri, kahverengi gözlerinde tutamlık sevinç bulutu asılıydı mavi…
Yarsıma dolu dudaklarını özlemle uzattı kıpkırmızı.
Karanfil kokuyordu damağı
soluğu anasonlu.
Kötülüğe, korkuya
Rakı patlatmış kadeh kadeh…
Beyaz papatyaları sevdi
beni sevmedi.
Menekşe’ye dokundum
Elim yanmadı
Yüreğim ‘cızz’ etti!
Papatyalar çoğaldı
Menekşe soldu.

Ferhat’lar yalan oldu
Şirin’ler şen şakrak
Leyla kocaman bir masal
Mecnun zaten salak
Umutların boğulduğu zamandayız!

Biten her gecenin ardından
Çığlık çığlığa gözyaşı…
Göçebe aşklar yaşadım
Ve vurgun yedim
derinde.
Bütün aşklar el ele tutunarak
başlar…
Franklı kadınlardı,
Dalgalı denizde sevişirken
iniltileri hep aynı…
Vefa
Olmuş
Veda.
Dönüşmüş.
Veba basmış dupduru akarken hayat:
Çürük aşkları kaldıramaz olmuş…

Anıl Güven
ATİNA-Düsseldorf

Siz de fikrinizi söyleyin!