Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Devran’a

Sayın Hayrettin Geçkin’in bana bugün yazmış olduğu mektubu olan Devran yazısını okuduktan sonra, bu yazıya göz atmanızın sizin için yazımın daha anlaşılır olacağına inanıyorum.

Hayrettin abiciğim,

Ne diyebilirim ki? Her şeyin böylesine ağır olduğu bir dünyada ne söylesem, hafif kalacak sanki. Yazdıklarınızı okurken içimde bir ağırlık oturdu, kelimeler boğazıma düğümlendi. Dünyayla aranızdaki o uzaklık var ya, ben de aynı mesafeyi hissettim. Kendi gerçeklerimizden, belki de en çok da kendimizden ne kadar uzaklaştığımızı… Yüreğimize sığdırmak zorunda kaldığımız o keder, hepimizin içinde derin yaralar açıyor.

Turgut Uyar’ın dediği gibi, biraz sevmeyi öğrenmenin ya da bir şiir okumanın kim bilir ne büyük bir fark yaratabileceğini düşünmeden edemiyorum. Ama kim anlayacak bunu? İnsanlar bir çiçeği incitmeden yaşamasını bile unuttular artık. Dünyayı kirletiyorlar, ruhlarımızı ağırlaştırıyorlar. 

Kocabaş’ın yüzündeki o sitem, başının okşanmasına bile izin vermeyişi, işte bazen bir köpeğin bakışında bile ne çok şey buluyoruz. Sizin içinizdeki o hüznü belki de Kocabaş anladı, ama bizim birbirimize anlatamadığımız onca şey var. Beni en çok yaralayan bu.

Narin… O minicik bedenin taşların altına bırakılması, daha sekiz yaşında hayattan koparılması… Bu nasıl bir sessizliktir, nasıl bir kabulleniştir? İnsanların gözlerini kapatarak bu vahşeti unutabileceğini sanması beni ürpertiyor. Avazınızın çıktığı kadar susmuşsunuz ya, ben de işte öyle abiciğim. Suskunluğumuzun yankısı içimizi kemiriyor. Aynı zamanda evrende birikirmiş ya sesler, nasıl bir çığlıkta bastıracaklar diye de ürperiyorum.

Bulunduğum yerden mesafeler ne olursa olsun, biz hep aynı acıların içindeyiz. Adalet, hukuk, özgürlük… Hepsi sadece birer kelime artık. Sözde varlar, ama bir hayalet gibi. Günlük hayat devam ediyor, evet, ama herkes kendi oyununu oynuyor, kimse gerçeği görmeye cesaret edemiyor.

Dediğiniz gibi, insanlar cehaletlerine koşar adım ilerliyor. Bizim de onlardan başka kimsemiz yok. Ama biliyor musunuz, bazen bu çaresizlik hissi içimi öyle dolduruyor ki nefes almakta bile zorlanıyorum. Şiddet, yalanlar, linçler… Irkçılık, kincilik ve dincilik ayakları değil miydi bizi bu devrana getiren! Hepsi bu devranı sürdürmek için sürdürülen… Sürüldük bu devrana efendim, istemeden, kimliyken kimsesiz bırakılarak… Ama siz de söylediniz ya, bu devran böyle sürmez! Bir yerden kopacak, bir yerden dağılacak. Buna inanmak istiyorum. Yoksa başka türlü nasıl dayanırız?

Şiirler, kitaplar… Belki de bizi ayakta tutan son şeyler. O dizeler, sizin yazdığınız muhteşem şiir gibi. Belki bir gün, savaş uçakları işe yaramayacak, belki bombalar yapacak kimse kalmayacak. Ama o gün gelene kadar, biz çözümler aramaya devam edeceğiz. Bir umut, bir çıkış yolu arayacağız. Belki de bu devran bir şiirlerle bozulacak, kim bilir?

Sizinle aynı gökyüzünün altında, aynı suların sesiyle… Bu karanlık devranı kıracağımıza inanarak yazıyorum, mektubunuza çok teşekkürlerimle.

Aydınlık yarınlar diliyorum hepimize.

İlkay

Not: Bu mektubu yazarken birçok mühim konu geldi aklıma, ilham olmuşken bu mektubunuz onları da kendime not olarak kaleme alıyorum. Saygılarımla…

***

Dünyanın Karanlığı ve İnsan

Dünyaya baktığımızda, kötülüğün varlığı inkar edilemez bir gerçek gibi duruyor karşımızda. Savaşlar, cinayetler, adaletsizlikler, zulüm… Bunlar sadece bireysel olaylar değil, kolektif insanlık tarihinin en derin köklerine kadar işlenmiş bir gerçeklik. Peki, neden kötülük bu kadar yaygın? Bu kadar derin ve karşı konulamaz? İnsan doğası mı, yoksa dünyanın kaçınılmaz düzeni mi kötülüğün kaynağı?

İnsan, düşünmeyi öğrendiğinden beri bu soruyu sormakta. Belki de en acı vereni, bu soruya kesin bir yanıt bulamıyor olmamız. Eğer kötülük insan doğasının bir parçasıysa, onunla savaşmak bile anlamsız olabilir. Fakat bir taraftan da, insan vicdanı iyiliğe, merhamete ve adalete çağırır. İşte tam bu noktada keder başlar: İnsanlığın bir yanının sürekli yıkmaya çalıştığını, diğer yarısının inatla tamir etmeye çalıştığını görmek.

Kötülüğün Kökleri

Kötülüğün kökenine inmek istediğimizde, birçok felsefi yaklaşım karşımıza çıkar. Antik Yunan filozofları, kötülüğü cehalete bağlamışlardı; bilgelik, bilgeliğe ulaşamayan zihinler kötülüğe meylederdi onlara göre. Modern düşünürler ise kötülüğün daha karmaşık bir mesele olduğunu öne sürer. Nietzsche, kötülüğün bir tür irade olduğunu söyler; güç arayışı, insanı kendi doğasını aşmaya zorlar ve bu aşma süreci bazen yok edici, acımasız ve vahşi olur.

Yine de kötülük sadece bireyin içindeki bir irade ya da bilinçsiz bir eğilim değil. Kötülük, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve politik sistemlerin içinde büyür. Yoksulluk, eşitsizlik, açlık, savaş… Bunlar sistematik kötülüğün sonuçlarıdır. Bu sistemler öylesine devasa ve köklüdür ki, bireylerin iradesiyle onları tamamen aşmak neredeyse imkânsız hale gelir. Ve işte bu noktada, insanlık olarak içinde sıkışıp kaldığımız çıkmazın ağırlığı tüm varoluşumuzu kemirir.

Sessiz Tanıklık

Keder, kötülüğü sadece görmekten değil, aynı zamanda ona tanık olup hiçbir şey yapamamaktan gelir. Modern dünya, kötülüğün yayılmasını, çoğalmasını izleyici konumunda olan bireylere dönüştürüyor. Bir savaşın ortasında olmamız gerekmiyor; bir ekranın başında, bir haberi okurken, bir felaketi izlerken bile kötülüğe tanıklık edebiliriz. Bu pasif tanıklık, insanın en derin kederlerinden biridir. Çünkü biliriz ki, gözlerimizin önünde olup bitenlere karşı gücümüz sınırlıdır.

Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi, “Cehennem başkalarıdır.” Bu cümle, insanın diğerlerinin acılarına karşı duyduğu çaresizliği ve bu acıların yarattığı varoluşsal ağırlığı anlatır. Başkalarının acı çektiğini görmek, kötülüğün ortasında kalmış bir dünyanın getirdiği en büyük acılardan biridir. O acının karşısında ne kadar küçük, ne kadar güçsüz olduğumuzu fark ettiğimizde, içimize derin bir keder yerleşir.

Kötülük ve Anlamsızlık

Varoluşçu filozoflar, kötülüğün dünyada bu denli yaygın olmasını, dünyanın anlamsızlığı ile açıklar. Camus, insan hayatının absürt olduğunu söyleyerek bu durumu dile getirmiştir. Absürt, dünyanın düzeni ile insanın anlam arayışı arasındaki çelişkiyi anlatır. Dünyada bir düzen ararız, bir adalet ararız, ama karşılaştığımız şey genellikle düzensizlik ve haksızlıktır. Kötülüğün bu kadar yaygın olması, insanın anlam arayışına sürekli bir meydan okumadır.

Kötülüğün varlığı, yaşadığımız dünyanın boşluğunu bize hatırlatır. Bazen en derin acılar, başımıza gelen felaketlerden değil, dünyadaki adaletsizliğe dair hissettiğimiz derin anlamsızlıktan kaynaklanır. İnsan, anlamsızlıkla yüzleşmek zorunda kaldığında, içindeki o derin boşluk her şeyi yutmaya başlar.

Kederin İçindeki Umut

Tüm bu kederin içinde, kötülüğe karşı umudu nasıl koruyabiliriz? Belki de insanlık olarak yaptığımız en büyük hata, kötülüğü tamamen ortadan kaldırabileceğimizi sanmaktır. Oysa kötülük, dünya kadar eski ve kalıcı bir gerçekliktir. Ama belki de önemli olan, kötülüğe rağmen iyiliği seçmektir. Her şeye rağmen, bir başka insanın elini tutmak, bir çocuğun gözlerine umutla bakmak, bir ağaç dikmek, bir hayvanı sevmek… Bunlar küçük gibi görünse de, kötülüğe karşı en güçlü dirençlerdir.

Albert Camus’un “Sisifos Söyleni”nde anlattığı gibi, hayatın absürtlüğü karşısında bile insanın direnmesi mümkündür. Her defasında kayaya tekrar tekrar sarılmak, bu sonsuz döngüde bile bir anlam bulmaya çalışmak… Belki de kötülük karşısında yapabileceğimiz en güçlü şey budur. Kötülüğün varlığını kabul edip, yine de iyilik için çabalamak.

Özetle

Dünyadaki kötülük, insan ruhuna derin bir keder yerleştirir. Ancak bu keder, aynı zamanda insanlığın en büyük varoluşsal mücadelelerinden biridir. Kötülükle yüzleşmek, insanın kendi içindeki karanlığı da kabullenmesi demektir. Ama belki de bu kabulleniş, bizi daha güçlü kılabilir. Kötülüğe karşı umutla direnmek, içimizde bir ışık yakmaya çalışmak… Ne kadar zor olursa olsun, belki de insanlığın en büyük görevi budur.

Keder içinde yaşamak, bazen bir yük gibi görünebilir. Ama bu keder, insanın hala duyarlı, hala umudu olan bir varlık olduğunu da gösterir. Ve belki de dünya bu keder sayesinde bir gün daha iyileşebilir.

Ya bir gün yaptıklarımızdan ya da yapmadıklarımızdan duyduğumuz keder bizi utanca götürürse, işte o zaman bu keder bizi insanlık yolunda birleştirebilir.

Kemalist İlkay

Sevgili Okuyucuya Notlar:

Sayın Hayrettin Bey ile ilk mektuplarımıza bu iki linkten ulaşabilirsiniz.

Genç Bir Arkadaşa Mektup | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

İlk Edebi Mektubum | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Sayın Yılmaz Dikbaş’ın yazdığı bu hikaye de ayrı bir yara, okurken çok üzülmüştüm.

Mete İntihar Etti | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Sayın Yusuf Nabi’nin Ötekiler için güzel tanımlaması…

Benim Gibiler ve Diğerleri… | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!