Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Kitaplar

Giden Gidene – Ahmet Ordu

Kitaptan önce Ahmet Ordu’dan söz etmezsem olmaz. Akşehir – Gölçayırlı, emekli olduktan sonra değerli eşi Bircan Hanım’la yaşamının önemli bir kısmını çoğunun dilinde hâlâ “Yahsiyan” olan köyünde geçiriyor. Köyünü öylesine yaşar ve yaşatır ki özellikle son öykü kitabı olan “Giden Gidene”de bunu buram buram duyumsarsınız. Ben o köyü gördüm, bahçelerini, kirazlarını gördüm, öyküleri de sanki bire bir yaşadım…

Onun için “Öyküye sevdalı bir yazın ustası” denir. Öğrencisi olan oyun yazarı, tiyatro sanatçısı Hayrettin Filiz, kitabın arka kapak yazısına “Ahmet Ordu’nun kitaplarını okuduktan sonra Bedri Rahmi’nin dediği gibi içinde bir çakıl taşı ısınır sanki. Yaşadığım güne minnet duyarım. Buluta yaprağı akan hayata hayranlık duyarım” demiş. Benim de paylaşacaklarıma bir önsöz olabileceği düşüncesini duyumsadığım için buraya aldım.

Ahmet Ordu’nun bu kitap öncesinde, “Yüzünde Gözyaşı Yüreğimde Sancı”, “Dört Nala Sürüyor Atını Zaman”, “Onca Zamandan Sonra”, “Höyükte Bir Ulu Çınar”, “Gönül Borcu” adlarında yazmış olduğu öykü kitaplarının hepsini okudum. Her biri için birer yazı yazılabilirdi elbette… Ancak artık “Giden Gidene” elime geçtikten ve okuduktan sonra yazmazsam kendimi eksikli sayardım.

Çok sevdiğini bildiğim arkadaşı, benim de değerli ağabeyim Bahri Karaduman da bir yazısında “Giden Gidene” için şöyle demiş:

“Orta Anadolu insanının yaşam gerçeklerini öykü sanatının o sık dokulu anlatım ustalığıyla okura sunması yazarın en büyük başarısı. ‘Patetik’ diyebileceğimiz acınası durumları çözümleyici bir bakış ve tertemiz bir yürekle abartıya kaçmadan yerel dilin varsıllığıyla dile getirmesi Ahmet Ordu’nun Türk öyküsüne bir armağanı…”

Yine değerli eleştirmen Mehmet Yaşar Bilen arka kapak yazısında, “Yaşar Kemal’in Çukurova’yı anlatan nasıl kendine özgü bir dili varsa Ahmet Ordu’nun da Orta Anadolu’yu anlatan kendine özgü bir dili var” diye yazmış. Bence Ahmet Ordu Akşehir, belki de sadece Gölçayır (Yahsıyan) özelinde bir dil kurgulamış bile olabilir. Ya da bunu okura böyle yansıtmış. Eğer o yöreden başka yazarlar da okusaydım daha geniş kapsamlı bir düşünce sunabilirdim. Benim duyumsadığım bu…

Hayrettin Filiz’in yazısında belirttiği, Bedri Rahmi’nin dediği gibi içimde öyle çok çakıl taşları ısındı ki hangisinden söz etmeliyim bilemiyorum. Örnekler vermezsem bu öykü kitabını yeterince anlatmam neredeyse olanaksız… Ben de öykü adı vermeden alıntılar sunarak sizi Ahmet Ordu dünyasıyla tanıştırmak istiyorum.

“Ortam sepserin. Yaz ortalarından bu yana hep böyle ibalı sabahlara uyanıyoruz. İba dediğim çiy… Seviyorum ben bu sözcüğü. Hem çiy deyince oluşması gereken o ıslak zihninde canlanmıyor. ‘İba düştü, iba kalktı, ibalı otlar’… Anamızdan, Atamızdan böyle duyduk biz, sözcük böyle yerleşti kaldı dilimize.”

Köylü olmak zordur, kimi yağmur yağsın diye bekler, kimi yağmasın diye… Öykülerden birinde ne güzel dillendirmiş Ahmet Ordu:

“Son gürleme ile birlikte Dede coştu!

‘Ver Allah’ım veeer!’ dedi. ‘Ekinlere, fasulyelere, haşhaşa, pancara… Oooh, kavunlar, kelekler de güldü!’

Bu kez içerideki torununa seslenerek, ‘Salican’ dedi, ‘Arı ballandıran, bostan döllendiren bu yağmur, ya! Bereket bereket…’

Kerim karısına bakıp, ‘Haşhaş diyor, pancar diyor… Allah’ım sen aklımı koru! Kirazı, vişneyi düşündüğü yok!’ dedi.”

Öykülerden sadece birinin adını vereceğim, “Arafta bir Abdullah”

Yazarın yeğeni Mehmet Uz’un “Yaz da kaybolup gitmesin” dediği için yazılmış… İstense bir roman olabilecek bir yaşanmışlık. Aslında yaşanıp yaşanmadığını bilmiyorum ama o denli canlı anlatılmış ki içimde yaşanmış olması isteği uyandı. Kimi zaman duygusal kimi zaman acındıran kimi zaman kızdıran bir yaşam olsa da her anıyla sahicilik duyumsatan bir öykü… İyi ki yeğenini kırmamışsın Ahmet Ordu.

Elbette keyifle okudum, birçok yerinde güldüm ama aslında kitabın tamamı derin bir hüzün içeriyor. Yaşamın her yönünü gerçekçi bir bakışla aktarıyor. Son paragraf olarak paylaşmak istediğim de böyle bir bölüm:

Önce üveyikler gitti, sonra gökçekargalar, ardından çullalar, sarasmalar, geçen yıl da leylekler… Gidişleri oldu da gelişleri olmadı hiçbirinin.

Bu güz ise ebabillerin güneye göçünü boşuna bekledik.

Yukarıda Allah var, arıkuşlarını gördük! Ama yeşilli kızıllı kanatlarını gerip de tepemizde dönmediler. Göğün kat be katından gelen vırrık cırrık seslerini duyduk. Kayan bir nokta gibiydiler…

Öykülerin birçoğu kiraz ve vişne üzerine… Bunu da yadırgamamak gerekiyor. Ben gittim gördüm. Bölge adeta bir kiraz ve vişne cenneti. Öyle de bu iş hiç de görüldüğü kadar kolay değil, ezasını cefasını da yazmak gerekiyordu. Ahmet Ordu bunu yapmış. İyi ki de yapmış…

Ahmet Ordu öğretmen okulunu bitirdikten sonra Kırşehir ve Afyon’un köylerinde çalışmış 1978’de Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü bitirmiş. 19 yıl İzmir’in çeşitli liselerinde görev yapıp 1997’de emekliye ayrılmış.

Ve üstüne basa basa vurgulamak istiyorum… Türkçemizin son derece hoyratça kullanıldığı eserlerin yanında Ahmet Ordu öğretmenliğinin ve Türkçenin hakkını sonuna kadar veriyor. Onun Orta Anadolu’nun özgün yöresel dilinden öykü okumak, Türkçemizi yaşamak çok büyük bir keyif…

Kalemin hiç durmasın sevgili Ahmet Ordu

M Osman Akbaşak

Siz de fikrinizi söyleyin!