Şiirimsi Deneme

İçimiz Kan Ağlardı…

OYSA Kİ, HİÇ DE SANILDIĞI GİBİ DEĞİLDİ…

BİZLER, MUTLULUĞUN DERSİNE ÇALIŞIRKEN DAHİ,
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!

“Bir dirhem et, bin ayıp örter…” derler,
Derler de, demeye de…
Şu KAVANOZ DİPLİ DÜNYA‘nın,
Hayatın ve işlerin, işleyişin gerçeğinde,
Kazın ayağı hiç de öyle değildir, değil!

Kaldı ki, o bir dirhem eti, tasasız, elemsiz, göz yaşsız, dahası…
Dört başı mamur hallerde, mutlu-mesut yiyesin ki…
O, bin ayıbı örtecek; güzelliği, mutluluğu artıracak varlığa erişebilesin, öyle değil mi?
O bir dirhem et ancak o zaman, BİN AYIBI ÖRTERSE, ÖRTER…!
O da, hayal ya da rüya söz konusu değilse,
İmkânsız denecek kadar ZOR mu zor…

İşin iç yüzü de, gerçeği de, gerçeğin rengi de budur, bu!
Bizimki de o hesaptı yani, anlayacağınız…

Es kaza sırıtırken bizi gören her kimse,
Anlaşılan, hayali çok mu çok geniş mi geniş, gelişmiş mi gelişmişmiş…
Hatta laf aramızda, çocukluğumuzun KARAGÖZ-HACİVAT oynatma ustası, sanatçısı,
Işıklar içinde yatası HAYALİ KÜÇÜK ALİ“den bile fazla mı fazla olmacasına…
Ona bile parmak ısırtıp, gıpta ettirmecesine, geniş ve gelişmişmiş…

İşte böylesi birinde, bizi gören her kimse,
Ona göre,
“Mercimeği fırına verdiğimizi!” düşünüp buyurmuş…
Bununla da yetinmeyip,
İlan bile etmiş kendince, aklınca, haspammm…!

Hatta…
Atı almışlığımızda, ÜSKÜDAR’I geçtiğimizi düşünmüş yahut da…
Böyle düşünenler silsilesi…
Aklı selimle, sağduyuyla, hele hele peşin hükümle,
Ön yargıdan uzak düşünüp,
“Haller nicedir? İşin gerçeği, rengi, aslı astarı nedir?” demezler, demeye ama…
Onlar bunu yapmasa da…

Biz, bu hayatın diyetini en ağrından,
Faturasını en yükseğinden, pahalısından ödeyen ligimizde…
“DERDİN ZORUNDAN GÜLMELERİN ALIŞKANLIĞINDA…”
Yüzümüze zor zahmet ve lütufla yapışıveren,
“BİN AYIP ÖRTMECESİNE…!”
İğreti mi, iğreti!
Hatta laf aramızda…
“DÜPEDÜZ EMANET OLDUĞU, İLK BAKIŞTA GÖRÜLÜP ANLAŞILACAK KADAR…”
Bize yabancı olan, asla ısınamadığımız, ısınamayacağımız…

Ve…
İlk bakışta anlaşılırlıklarda bunu ele veren,
“KIRIK DÖKÜK TEBESSÜMLERİMİZLE…”
Ayıbımızı, acımızı bile örtüp gizlediğimizin…
Hatta, “MUTLULUKTAN KENDİMİZDEN GEÇİP…!”
Adeta…
“PİŞMİŞ KELLE GİBİ SIRITIP DURDUĞUMUZUN…”
Farkında bile değildik, emin olun ki…

Ama, böyle sanıldık,
Böylesi yakıştırmalara kurban gittik…
Öyle etiketlenip, böyle AFİŞE EDİLDİK…
Hasılı…
Böyle ETİKETLENDİK…

Oysa, işin aslı astarı ve iç yüzü hiç de böyle değildi,
Hatta…
Yakıştıranların, yakıştırmaların, yakıştırılanların aksine…
Sanki sanılana inatmışçasına…
“SANILANLARLA KEL ALAKA HALLERİNDEYDİ…”
Durumumuz…!

Üstelik de…
Hiç mi hiç İÇ AÇICI DEĞİLDİ, aksine, İÇ ACITICIYDI, İÇ ACITICI…!
Durumumuzla, HAL VE GİDİŞİMİZ…!

Ama gel, gör ki,
İnsanlara, çevrene, meraklı Melahat’lara, meraklı turşuculara,
Seni tanıdığını iddia eden çevrene bile bunu anlatamıyorsun…
Onlar, düşündükleri ya da bilmek istedikleri ve yakıştırdıkları gibi olduğunu düşünüyor…
Hatta…
Yemin billah etmecesine bunda ısrar ve inatta, DEDİĞİM DEDİK demelerden geri durmuyorlardı…!

Varın ötesini, berisini siz düşünün,
Çıkın, çıkabilirseniz işin içinden…
Onlar ÖYLE SANMIŞ VE DEMİŞSE, öyle oluyordu…!
“ZAMAN ZAMAN ALGI, GERÇEĞİ KARARTIP ÖRTÜYORDU…!”

Yani, anlayacağınız…
O ata sözünde…
Nasıl denen, düşünülen ya da yakıştırılan haller yaşanıyorsa ya da…
Yaşandığı var sayılıyorsa yahut da yakıştırılıyorsa…
“Bir dirhem et, bin ayıp örter…!” denilmişse…
Üstelik…
Günümüzde bile, hâlâ buna inanarak,
İnatla böyle denmeye devam ediliyorsa…
Bizde de durum pek farklı algılanmıyordu ve değildi de…!

“BİR DİRHEM GÜLÜŞ…”
Bizi mutlu gösterip, mutsuzluğumuzu gizlese de…
Ya da…
Bu yakıştırmalara böyle kurban gitsek de…
Tıpkı bir dirhem et gibi, bir dirhem gülüşümüz,
BİN AYIBIMIZI ÖRTSE DE…

Onlara göre böyle olsa ya da farz edilse de,
Gerçeğin asla mı asla böyle olmamışlığında…!
Bizler, ‘SÖZÜM ONA GÜLERKEN DAHİ…’
İşin gerçeğinde, İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!

Böylesinde hemen herkes,
Kafasına göre takılıp, durumu iyi bildiğini sanarak,
Hatta zaman zaman düpedüz iddia ve yemin dahi ederek,
AĞZINA GELENİ SÖYLÜYORDU…!
AĞZINA GELENİ SÖYLÜYORDU…!

Yani…
Çeken, yaşayan, anası ağlayıp, gülmeleri, mutluluğu unutan biziz, biz…
Ama durumu bilen onlar…
Her nasıl oluyorsa bu iş?!

Yakıştıran, yakıştırana…
Yapıştıran, yapıştırana…
Hâller sür gitliklerde böyleydi, böyle…
Hem de üstelik…
“HER AĞZI OLANIN İLGİLİ, İLGİSİZ KONUŞMALARA KOYULDUĞU HALLERDE…”

Ve biz,
“ONLARA GÖRE…”
Mutluluktan dört köşe, hatta…
Köşe yastığı gibiydik, gibi…!

Oysa ki…
OYSA Kİ, HİÇ DE SANILDIĞI GİBİ DEĞİLDİ DURUMLARIMIZLA, HAL VE GİDİŞATIMIZ…!
HAL VE GİDİŞATIMIZ…!
Bizler, mutluluğun dersine çalışırken dahi,
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!
BİZLER MUTLULUĞUN DERSİNE ÇALIŞIRKEN DAHİ,
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!
İÇİMİZ KAN AĞLARDI…!

Mualla Sezgör Yassıbaş

Siz de fikrinizi söyleyin!