Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Gundem Arşivi Klasikleri

Neden Mutlu Olamıyoruz

Neden mutlu olamıyoruz diye sormak yerine, “Beni neler mutsuz ediyor?” sorusunu bulup buna odaklansak, belki mutluluğu aramamıza, hatta ona ihtiyaç duymamıza gerek kalmazdı, değil mi? Eğer bir hayvanı sevmemişsek, bir çiçeğe su vermemişsek, bir çocuğun başını okşamamışsak, yaşlı birine yardım etmemişsek neden mutlu olalım ki? Bencil, zevkçi (hedonist) ve hatta nobran biri olup çıkmışızdır. Peki, böyle biri mutluluğu hak eder mi? Mutluluk gelip onu bulur mu? Neden mutlu olamıyoruz, biraz geriye gidip düşünelim…

Hepimiz yaşam mücadelemize bir ailenin içinde başladık ve genellikle onların yaşam biçimlerini taklit ederek, önemli bir kısmını kopyalayıp edilgen bir şekilde hayatı sürdürdük. Ergenlikten çıkıp hayata atıldığımızda ise ailedeki hayat ile dışarıdaki hayatın (sorumluluklar, zorunluluklar, görevler vb.) aynı olmadığını gördük. Büyüdüğümüz ortamda gördüklerimiz bize ileride neyle karşılaşacağımız konusunda bir fikir verse de, zamanla bunun böyle olmadığını fark eder ve yanlış zamanda, yanlış yerde dünyaya geldiğimizi düşünürüz.

Mahallede ömür boyu ayrılmayacağımıza yemin ettiğimiz, kan kardeşi olduğumuz arkadaşlarımız olur. Ama bir gün, onları bir daha göremeyeceğimizi, kim bilir kaç yaşında öğreniriz. Kimisinin öldüğünü, bilinmeyen bir numaradan gelen bir telefonla duyup taş gibi ağlarız, içimiz kuruyarak. İki gün geçmeden, daha önemli acılar bizi beklediği için onları unuturuz. Sonra, büyüdüğümüz aileden ayrılık vakti gelir. Kimimiz evlenir, kimimiz bu konuyu hep erteleriz ama sonunda aileden ayrılırız. Yaş 25 olmuş ve geçmiştir.

Çocukluk aşklarımıza benzetiriz iş yerindeki arkadaşlarımızı. Onlara daha farklı, daha iyi davranırız. Ancak zamanla insanları tanımaya ve onlardan darbeler yemeye başlarız. Bu deneyime “en pahalı şey tecrübedir” deyip geçeriz. “Yıkılmadım, ayaktayım” sözü hep dayanağımız, hep bizi aldatan olmuştur. Küçücük bedenimize hayatın yüklediği yükleri farkında olmadan sırtlar, birini indirip diğerini kaldırırız. Kim ne isterse veririz; sevmeyi ise 40’ında, “hayır” demeyi 50’sinde öğreniriz. Hor görülmeyi çocukken öğrendiğimiz için ona pek yabancı olmayız. Reddedilmeyi evlenince, talimat almayı işe girince, kovulmayı kapıda, ağlamayı ise kaybettiğimizde öğreniriz…

Evliliği mutluluk kaynağı zannederken, aslında kendimizi 50 kilometrelik açık bir cezaevine hapsettiğimizi fark edememişizdir. Kavgalar etmişizdir, küsmüş, barışmışızdır ama asla birbirimizden tam olarak emin olamamışızdır. Çocuklarımız olmuştur; onları, ne güzel canlı oyuncaklarımız varmış gibi, bağıran, ağlayan hallerini sevmeye çalışmışızdır. Aslında, hayat bizi de onlarla beraber büyütmüş ama bunun farkına varamamışızdır.

Tüm bunlarla baş edebilmek için bir meslek edinmemiz gerektiğini, çıraklık okuluna gitmeden hayat bize öğretmiştir. Kimimiz avukat, doktor, hâkim, savcı, gazeteci, işçi, aşçı, mühendis, boyacı vb. olmuşuzdur. Mesleğimizin ilk dönemlerinde acemilikler çekerken, doğru ile yanlışın olmadığını; sadece kazanan ve kaybeden olduğunu anlamamız için hayat her şeyi yapmıştır. Biz bunu anladığımızda ise, artık o kavgaları verecek yaşımızı çoktan geride bırakmışızdır.

Bu kadar kısa bir ömürde hayattan sadece bir şey istemişiz: Gerçekten sevilmek. Öyle binlerce kişiye gerek yok, bir kişi tarafından sevilmek. Omzuna başını koyduğunda, başının güvenle yerinde olduğunu hissettiren, onun yanındayken gökyüzünde yıldızlarla yarış edercesine mutluluk içinde olduğun bir sevgi aramışız hep. Ancak, insanlardaki şehvet, şöhret ve servet hırsı, bu gerçek sevgiyi bulmamızı hep engellemiştir.

Evet, herkes için çabalarsınız, herkesi dostunuz sanırsınız, ama öyle olmadığını anladığınızda dedelerimizin şu meşhur sözleri gelir aklınıza:

“Oğlum, çağrılmadığın yere gitme.”

“Oğlum, sorulmayan şeyi söyleme.”

“Oğlum, istenmeyen şeyi verme.”

Bu üç öğüdün tersini yapmışızdır çoğumuz hayatta. Dürüst birini gördüğümüzde ona tapacak kadar gıpta eder, ama kendimize iki yüzlü davranarak riyakar bir hayat yaşarız. Hubris sendromlu insanlar tarafından yönetiliyor, Dunning-Kruger sendromlu insanlarla iş yapıyoruz. İnsanlarla yüz yüze konuşuyoruz ama hangi yüzlerine konuştuğumuzu bilmiyoruz. Empatiyi bilmiyoruz, sevmeyi bilmiyoruz. Makyavelist ve hedonist bir toplum yapısı içinde yaşıyoruz; bu yüzden herkese gidiyoruz, bir kendimize gelemiyoruz.

Evet, bütün bunların toplamından “neden mutlu olamadığımızın” tezi çıkmaz elbette, ama herkes kendine bir pay çıkarır ve ölümün gerçekliği içinde hiçbir şey için üzülmeye değmeyeceğini öğrenir.

Hayvanların caniler tarafından katledilmesini izlerken, bu katliamı yapanların çocukken hiçbir hayvanla hiçbir şey paylaşmadığını, sevmeyi bilmediklerini ve sevilmiş hayvanları kıskandıklarını düşünüyorum. Sokaklarda aslan, kaplan, çita gibi vahşi orman hayvanları olsaydı, onları böyle yakalayıp canlarını alabilirler miydi? Alamazlardı.

Bu konunun çözümü aslında çok basit. Ülkede 67 bin fabrika var, organize sanayi bölgeleri var. Her biri 10 köpek alsa, küçük barınaklar yapsa sorun çözülür. Hem fabrikaları korurlar, hem de şehirden uzakta oldukları için halkta, subjektif de olsa, korku oluşmaz. İşçilerin artan yemekleri onlara yeter de artar bile. Diğer bir çözüm ise belediye parklarının bir kısmının hayvanların kullanımına açılmasıdır. İçinde pati kafeler olsa, hayvanseverler bir araya gelse, vatandaşın içi daha rahat etmez mi? Bu iki konu da projelendirilebilir.

Güçlünün dünyasında, siyasetin de gücün dizayn ettiği kulvarda yürümesi ilginç. Soru şuydu: “Kraldan korkan mı olacağız, kralın korktuğu mu?” Buna karar verecektik. Bakalım zaman ne gösterecek.

Gazeteci/Yazar/Danışman
Dursun UZUN
0533 265 75 63 Mersin

30 yılı aşkın süredir gazetecilik yapıyor. 2010 yılında Karıcığım Sevgilim Olur musun adlı kitabının ilk baskısıyla yazarlığa adım attı. Kitabın ikinci baskısı uzun bir gazetecilik/danışmanlık ve siyasi coğrafyadan sonra 2019 Kasım ayında yapıldı. Şu anda ülkenin her yerine ulaşıyor. Diğer eserleri Şehrin Çıkışlarını tutun (şiirler) Altta kalanın canı çıksın (Öyküler) Çakal kapısında yatırılan aslan Melda (roman) Çocuk kitapları 12 kitap Eğitim yayınları / Sosyal sorumluluk projeleri/kamu spotları 55 yaşında Tokat/zile doğumlu Mersinde yaşıyor. Evli Atatürkçü 3 çocuk babası...

Siz de fikrinizi söyleyin!