Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Kitaplar

Olay Yeri

Baskın gelen konukları Zeynep’le baş başa bırakarak evden çıktım. Sağ olsunlar özrümü kabul ettikleri için keyfim kaçmamıştı.
Köyden kente inmek ne de olsa zaman alıyor. İşin içinde bir edebiyat etkinliğine katılmak olunca da yolda geçecek zamanı iyi şeyler düşünerek geçirmenin ayrı bir tadı var kuşkusuz.

Gökdelenleri, görkemli binaları, gün boyu çalışan fabrikaları, iğne atsan yere düşmez kalabalığı ve insanı canından bezdiren trafiği olmasa da Çanakkale minyatür bir İstanbul sayılır yine de. İyi edebiyatın konuşulduğu, sanatın her türüne ilişkin mekanların bulunduğu bir kent çünkü. Dilime pelesenk olan ifadeyle söylersem; bir tarih denizi ve bir kültürler müzesi burası. Dahası dünyanın önemli kültür ve sanat kentlerinden biri olmaya aday bir kent eğer bir duyarlılık yaratılabilirse Çanakkale’nin kaderini elinde bulunduranlarda.

Neyse! Reyhan Yıldırım’ın Olay Yeri adlı son çıkan kitabının konuşulacağı, tanıtımının yapılacağı yer Yalı Hanı idi. Soluk soluğa yetişip boş yerlerden birine iliştim. Havanın sıcaklığının, bedenimi saran hararetin beni rahatsız etmesine izin vermeyecektim kesinlikle. Sağlığım nedeniyle uzun süredir dışarı çıkamamanın, bu tip etkinliklere katılamamanın acısını çıkaracaktım çünkü.

Salonda özel çağrılıların dışında kimse yoktu anladığım kadarıyla. Etkinlik bitince bunun böyle olduğuna iyice kanaat getirdim ayrıca. Bu yanıyla çok beğendiğim bir etkinlikti. Edebiyat etkinliklerine ilişkin ayırt edici bir yandı bu. Öykü, şiir, deneme, roman kısaca tüm yazın türleri bir anlama, algılama eşiği ister ne de olsa.

Yazar Berat Alanyalı İzmir’den gelmişti. Kitabı hakkında Reyhan Yıldırım’a sorular yönelten oydu. Bir yazarın kendini dışlaştırması için ona yöneltilecek soruların çok önemli olduğunu bir kez daha anladım Reyhan Yıldırım soruları yanıtlarken.

Etkinlik boyunca kitap bir hayli görünür olmuştu. Ancak gerek sorulardan, gerek Reyhan Yıldırım’ın Berat Alanyalı’nın sorularına verdiği yanıtlardan anladığım şuydu: Kitapta yer alan öyküler kendisini kolay ele veren öyküler değildi. Bir anlama ve algılama eşiği istiyordu her şeyden önce. Yani nitelikli okur geçmeliydi kitabın karşısına.

Denemekten başka çare yoktu. Eve döndüğümde etkinliğin büyüsüyle hemen kitabın karşısına geçtim.

Birinci, ikinci, üçüncü ve son öyküyü okuyarak kitaba giriş yapmıştım. Kopacak gibi değildim. Birkaç saat uyuduktan sonra kitapla baş başa buldum kendimi yeniden. Sabahladım öykülerin arasında.

Reyhan Yıldırım öykü dünyasının bildiği bir isim. Öykü atölyeleri yönettiği için de öykü iyiden iyiye onun bir yaşam biçimi olmuş.

İkinci kitabını da okumuştum Reyhan Yıldırım’ın. Bu kitapla daha bir derinleştiği, öykü yatağını genişlettiği o kadar açık ki. İster istemez dördüncü, beşinci kitaplarının öyküde bir tufan yaratacağını düşünmeye başladım Olay Yeri’nde yer alan öyküleri soluklarken.

Reyhan Yıldırım gündelik dili alıp bir öte dile, bir üst dile, bir öykü diline çevirmiş. Birçok olaya o dilden pencere aralamış. Bize yeni görme biçimleri sunmuş. Dil tadını esirgememiş. Çok yazmanın yerine çok okuyup az yazmanın lezzeti sinmiş öykülere.

Kitabın ilk öyküsü kısa öykünün en güzel örneklerinden biri bana kalırsa. Başlığı Halepçe. Öykü metni üç sözcükten oluşuyor. “Elma dersem çıkma!” Ben bu öyküyü günlerce düşünürüm artık. Bu öykünün içinden ne öyküler geçer kim bilir!

Diyeceğim şu: Reyhan Yıldırım aynı zamanda bir sözcük yontucusu. Kitapta yer alan öykülerin her biri başka başka güzellikler büyüterek iz bırakıyor insanın duyarlıklarında.

Araya zaman koyarak kitaptaki bazı öyküleri bir kez daha okudum. Bir şeyin ayırdına vardım ama: Reyhan Yıldırım’ın yeni öykülerini merak etmekten kurtulacağımı sanmıyorum.

Uçurtman tellere, kalemin taşlara takılmasın sevgili yazar.

(Reyhan Yıldırım, Olay Yeri, 16 öykü, Mask Yayınları, Mayıs 2024, 116 sayfa)

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!