Deneme,  Güncel - Aktüalite

TSİP Ali abisini kaybetti…

TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) Genel Sekreteri ve aynı zamanda sıkı bir hayvan dostu olan Ali Öner kaldırıldığı Dr. Nazif Bağrıaçık Kadıköy Hastanesi’nde bu sabah 72 yaşında yaşamını yitirdi. (8/07/2024)

74’ten bu yana TSİP’li olan Öner, uzun zamandır çoklu organ yetmezliği tedavisi görüyordu. TSİP Genel Başkanı Turgut Koçak’tan alınan bilgiye göre evinde düştükten sonra dört ay hastanede tedavi gören Öner’de yüksek tansiyon, solunum yetmezliği ve idrar yolu iltihabı gibi yaşlılığa bağlı pek çok hastalık tespit edilmişti. Yoğun partili siyasal yaşam koşuşturmacası içinde kendine yeterince bakamayan Ali Öner ölmeden önce yatalak hastaydı ve Darülacaze’de kalıyordu.

Öner’in cenazesi yarın Ataşehir İçerenköy Cemevi’nde saat 12.00’de yapılacak törenin ardından Çekmeköy Yukarı Baklacı Mezarlığı’na defnedilecek.

Ali Öner kimdir?

Sevgili Ali Öner’le 2012 Kasım’ında yaptığım ve Ekin Sanat dergisinin Ocak 2013 sayısında “Erdemli Bir savaşçıdan İzler” başlığıyla öykü tadında yayımlanan özel bir röportaj:

Onu ilk kez 2012 1 Mayıs’ında, tsip’in kortejinde tanıdım. Partinin pankart, döviz ve bayraklarını, siyah bir poşetin içerisinde son anda yetiştirebilmişti Beşiktaş Vapur İskelesi önündeki toplanma yerine. O anda anlamıştım onun partinin her şeyi olduğunu. Partinin hizmetlisi, çaycısı, bekçisi hatta başkanı oydu. Yalnız bunu bir yerlere doğrulatmam gerekiyordu. Vikipedi’de hakkında araştırma yapmayı aklımın bir köşesine yazdım. Ali Abi getirdiği malzemeleri tıpkı bir işçi başı edasıyla gelenlere dağıtmaya başladı. Partililer ona “Ali Dayı” diye hitap ediyordu. Partinin gençlik kolundan biri gelip heyecanla bir şeyler söyledi Ali Abi’ye. Elinde takip edilecek güzergahı gösteren bir kroki vardı. Daha sonra parti korteji olarak diğer örgütlerle birlikte Gümüşsuyu’ndan Taksime doğru yürüyüşe geçtik. Ali Abi’nin eşi Sermin’de kortejdeydi.

Kortej boyunca yan yana yürüyorduk Ali Abi’yle. İlginç bir ikili oluşturmuştuk: Ali-Osman. “Yaşasın 1 Mayıs!” sloganları arasında ayaküstü sohbet ettik. Adana Alevilerindenmiş. Yirmi iki yaşında gelmiş Adana’dan İstanbul’a, bir daha da dönmemiş.

“Emekli misin Ali Abi?” diye sordum.

“Emekliyim” dedi.

“Nerden?”

“Ambalaj fabrikasından.”

“Yaşasın devrim ve sosyalizm!”

Kendisini yakından tanıyanların anlattığına göre, Ali Abi, gençliğinden beri partiliymiş. Partide verilen her görevi yapmış büyük bir özveriyle. İstanbul’a doğalgazın henüz gelmediği yıllarda parti binasında kütür kütür yanan sobaya odun atan gizli kahraman oymuş. Fakat soğukta üşüyüp de sobaya yumulanlardan hiç biri sormamış, yahu bu sobaya odunu kim atıyor, diye. Tıpkı sadık bir derviş gibi parti dergahından hiç ayrılmamış. Parti; kurulduğunda, dağıldığında, başka bir partiyle seçim ittifakı yaptığında, 12 Eylül’de kapatıldığında, tekrar açıldığında, kendini feshettiğinde o hep oradaymış. Partinin demirbaşı olarak kalmış. Yaşamı boyunca sınıfsal olmayan hiçbir ayrılığa pirim vermemiş Ali Abi, solda birlik mücadelesinin hep en önünde yürümüş.

Bu bilgiler, sağdan soldan edindiğim bilgilerdi fakat benim Ali Abi hakkında daha fazlasına ihtiyacım vardı. Daha fazlasını da ancak kendisinden öğrenebilirdim elbette. Ama nasıl? Telefon açtım bir gün.

“Ali Abi müsaitsen gelip bir konuda fikir danışacağım sana” dedim.

“Gel” dedi, “partideyim.”

Atladım vapura Kadıköy’ün yolunu tutum. Yol boyunca kafamda hep soracağım sorular vardı. Bu yüzden çok dalgındım. Vapurda açık alana çıkıp sigara içmeyi bile unutmuşum. Aklıma geldiğinde ise artık çok geçti. Bir insan seline kapılıp ben de indim vapurdan. Kafamdaki tasarladığım soruları direkt sorsam, samimi cevaplar alamazdım Ali Abi’den. En iyisi bir mizansen uydurmak, diye düşündüm.

Gittiğimde partide beni bekliyordu. Çay yapmış ben gelene kadar. Kucaklaştık. Ayağında paçası eskimiş açık kahverengi pantolonu ve üzerinde hiç çıkarmadığı kırmızı kazağı vardı. Olmayan saçlarını ıslatıp yana taramış ve hiç aksatmadığı günlük tıraşını olmuştu. Beyaza çalan gür pos bıyıklarıyla Yeşilçam filmlerinin kötü adamlarını andırıyordu. Delici bakışlarıyla sizi olduğunuz yere çivileyecek bir görüntüsü vardı.

Görüntüsüne inat babacan bir gülüşle karşıladı beni.

“Hoş geldin Osman’ım, nasılsın?”

“Saol abi, seni sormalı?”

“Bildiğin gibi, iyi olmaya çalışıyoruz. Çocuklar nasıl?”

“İyiler Allah’a şükür.”

“Otur, ayakta kalma. Çayın nasıl olsun?”

“Demli olsun abi, zahmet olmazsa.”

Doldurduğu çayları masaya koyup karşıma oturdu. Cebinden meşhur uzun Samsununu çıkarıp önce bana tuttu, ardından da bir tane kendisi aldı. Yeşil Tokai çakmağıyla yaktı sigaraları.

“Eee Osmanım, anlat bakalım nedir derdin?”

Her zaman geçer, sıkı bir yalan bulmuştum vapurdayken. Hemen uygulamaya koydum. Oflayıp poflamaya başladım.

“Abi, senin de değerli zamanını çaldım, kusura bakma. Aslında önemli bir şey yok, sadece biraz dertleşmek istedim, o kadar. Çok bunaldım abi. Yalnız, konuşacağımız şeylerin partiyle falan bir alakası yok.”

“Parti senin benim için var Osman’ım, rahat ol sen” dedi.

Yaşlı kurt zokayı yutmuştu.

“Ben onursuz bir şey yaptım abi.”

Bunu söyledikten sonra yalanımın etkisini ölçmek için bir süre sustum. Meraklandığını görünce:

“Gelinini aldattım abi.”

Sonra Oscarlık numarama başladım. Efkarlanmış gibi yapıp elimi saçlarıma götürüp kafamı karıştırdım. Sağ avucumla bıyığımı sıvazlayıp tekrar önümde duran sigara paketine saldırdım. Bir sigara daha yakıp derin bir nefes çektim içime. Boşta kalan elimi çeneme dayayıp pişman triplerine girdim. Bu kadar gaz Ali Abi’yi harekete geçirmek için yetmişti de artmıştı bile. Sinirlendi.

“Yanlış yapmışsın Osman!” dedi. “Kız biliyor mu bunları?”

“Osman” lafını öyle bir tonda söyledi ki: Osmancık gibi…

“Yok abi” dedim, “bilmiyor. İlk sana açıyorum konuyu.”

“Bak sana ne anlatayım” dedi. Sandalyesini biraz daha öne çekip iyice yerleşti üzerine. Tam konuşacaktı ki masa üzerinde unutulup kalmış TSİP parti programını görünce, sinirlendi, bir kutsalı yerinden kaldırır gibi aldı, özenle götürüp kitaplıktaki yerine koydu.

“74’de İstanbul’a geldim. O zaman ortalık karışık tabi, sağ sol davasına her gün yirmi kişi ölüyor.”

“Sen aslen Ceyhanlıydın dimi abi?”

“Yok. Saimbeyli’denim. Ceyhan’a sonradan göçtük biz. 52 senesinde Saimbeyli’de doğmuşum. Ben ilkokul ikinci sınıfta iken ailecek göçmüşüz Ceyhan’a. Zaten orda aile dağıldı. Beni Adana Yetiştirme Yurdu’na verdiler.

Yurtta terzi atölyesinde çalıştım. Sonra, bando takımında trompet çaldım. Müzik kulağım iyidir.”

“Şimdi saz falan çalabiliyor musun abi?”

“Denemedim ama biraz uğraşsam çalarım herhalde. Yurtta Afşinli bir hoca vardı. Şerefsiz, Alevi olduğum için sürekli döverdi beni. Şimdi gebermiştir büyük bir ihtimalle. On sekiz yaşına gelince bizi kapı dışarı ettiler tabi. Kendimi bir anda sokakta buldum. Bir yıl falan çok sıkıntı çektim. Sokaklarda yattım. Eski otogarın, tren istasyonunun dili olsa da konuşsa… Bilirsin eski terminali?”

“Bilirim. Şimdi yerinde Sabancı Merkez Camisi var.”

“Derken askere gittim ben. İzmir Menemen’e çıktı askerliğim. Askerlik şubesinde muayene olurken mesleğimi ‘trompetçi’ olarak yazdırmama rağmen askerde beni boru takımına verdiler. Askerde de Alevi olduğum için çok ayrımcılığa uğradım. Balıkesirli bir başçavuş vardı: Raşit Mandacı. Bana akşama kadar tuvalet temizlettirirdi o*** çocuğu.

Sonra askerlik bitti, memlekete döndüm. Adana Belediyesi Bando Takımı’nda işe başladım. Bir gün baktım ki, itfaiyenin karşısına TSİP büro açmış. O zaman belediyenin bando takımı itfaiye bünyesindeydi. Gidip üye oldum. Sene 74.”

“O zamanlar İstanbul hayaliniz yok tabi?”

“Yok. Adana’da çok aktiftim o zaman. Düşün. Küçüksaat Meydanı’nda tek başıma partinin yayınlarını satıyorum. Olacak iş değil. Tabi sürekli polis bana diş biliyor, açığımı kolluyor. Bir gece 15-16 Haziran afişlerini asarken mahalle bekçisine yakalandık. Bekçi, Nuh diyor, peygamber demiyor. ‘İlle sizi karakola götüreceğim’ diyor. ‘Yahu arkadaş, partiler böyle şeyler için izin almak zorunda değil!’ desek de anlatamıyoruz. İyi, dedim beni götür o zaman. Haksız yere on iki gün Adana Emniyeti’nin altındaki atış poligonunda işkence gördüm Osman. İşkence yapanların başında da Birinci Şube’den Başkomiser Ümit vardı. İşkence sonrasında belediyeye çıkışımı veremeden Adana’dan ayrılmak zorunda kaldım. Can güvenliğim tehlikedeydi.”

“Ver elini İstanbul?”

“Hayır. Önce Mersin’e gittim. Orda DİSK’e bağlı Hürcam-İş Sendikası’nda iki ay falan çalıştım. Çalışırken arkadaşlardan, İstanbul’da Kitle dergisine eleman aranıyormuş, diye duydum. Bizim partinin yayın organı… Atladım İstanbul’a. Gündüz dergi bürosunda çalışıyorum, akşamda Vezneciler’de bir yurtta kalıyorum.”

“Cemaat yurdu mu?”

“Yok. Öğrenci yurdu. Karıştırma şimdi. Neyse… 76’da partinin birinci kongresi oldu. Kongreden sonra ben Eminönü İlçe Başkanı oldum. İlçe başkanlığı binasıyla Kitle dergisi iç içeydi o zaman.”

“77 1 Mayıs’ında Taksim’de miydin abi?”

“Tam Kemal Türkler’in konuşma yaptığı kürsünün önündeydim, dergi satıyordum.”

“Naptın, silahlar patlayınca kaçabildin mi?”

“Ne kaçması yav, dağılan dergileri topluyordum yerden.”

“78’de yapılan ikinci kongrede genel yönetim kuruluna seçildim. Nerden nereye… Sonra partide ayrışmalar başladı. Turgut Başkan’la biz terk etmedik partiyi, mirasa sahip çıktık.

Yengenle, 79’da partinin Ankara Atatürk Spor Salonu’nda yaptığı bir toplantıda tanıştık. Sermin, o zaman Sakarya İl Yönetim Kurulu üyesiydi.

12 Eylül Darbesi’nden dokuz gün önce gözaltına alındım ben. Darbe olduğunda Selimiye Kışlası’nda cezaevindeydim. Daha sonra Sağmalcılar Cezaevi’nde kaldım bir süre. Toplam dört ay falan hapis yattım. 12 Eylül’den sonra yengen ‘Darbe Anayasasına Hayır’ kampanyasına katıldığı için tutuklandı, işkence gördü. Çok sancılı süreçlerdi. Ancak 85’te tekrar bir araya gelebildik, 92’de de evlendik.”

Bana biraz daha yaklaşıp gözlerini üzerime dikti, ses tonunu sertti.

“38 yıldır bu partiye hizmet ediyorum Osman. Bir kere olsun karımı da aldatmadım, partime de sırtımı dönmedim. Çocukları çok sevmeme rağmen çocuk yapmaya vaktimiz bile olmadı, anlıyor musun?”

Tekrar arkasına yaslandı. Boşalmıştı. Yaşaran gözlerini eliyle sildi. Eskiden yaşadığı travmalar hafızasında canlanınca o kötü günleri yeniden yaşamıştı belli ki.

“Bütün çocuklar senin sayılır abi” dedim çaresizce.

“Elbette. İnancımıza göre çocuklar hepimizin ortak değeridir. Sağ olsun yengen çocuk eksikliğini hiç hissettirmedi bana. Hem çocuğum oldu, hem annem, hem babam, hem sevgilim; her şeyim yani.”

“Çok şanslısın abi. Biz de yaptık işte bi eşeklik.”

“Git konuş kızla, özür dile.”

“Tamam abi. Topak nasıl?”

“Topak öldü Osman’ım geçen yıl. Oluşumu gömdük. Şimdi iki yavru kangalımız var, onlarla özlem gideriyoruz işte.”

Ali Abi’nin üzüntüsünü paylaşmak için cebimdeki Marlboro paketini çıkarıp uzattım. Ters ters baktı, almadı. Kendi sigarasından yaktı.

“O boğazımda gıcık yapıyor Osman.”

Ses tonundan kızdığını anlamıştım. Böyle küçük burjuva alışkanlıklarına kızardı Ali Abi.

“Hayvanları Koruma Derneği kuruyordunuz bi ara, n’oldu o iş abi?”

“O iş yattı Osman Kardeş. Şimdi bir yasa çıkarıyor hükümet, onu engellemeye çalışıyoruz hayvan dostlarıyla. Barınak lazım. Sokaktaki o hayvanların suçu yok. Onları sömürmek için biz evcilleştirdik. Şimdi de yüz üstü bırakıyoruz. Bende iki tane var, ama nereye kadar, hepsine yetemiyorum. Valla iki maaşla ay sonunu zor getiriyoruz. Biliyorsun benim ev kira. Geçen ay bayağı zorlandık. İki de kredi kartı var bana mısın demiyor.”

“Abi şimdi kira öder gibi ev sahibi oluyosun…”

“Keşke Marx, Das Kapital’in bir kenarına ‘Özel mülkiyet edinebilirsiniz yoldaşlar’ diye yazsaydı olurdu belki ama…”

Konuştuğuma pişman olmuştum. Durumu kurtarmak için gereksiz bir manevra yaptım.

“Apartmandakiler köpek beslemenize kızmıyor mu abi?”

“Başlarda biraz tuhaf karşıladılar ama şimdi alıştılar. Bazen onlar da yemek getiriyor. Facebook’ta ‘Dünya Yalnız Bizim Değil’ diye bir grubumuz var, beğen, sayfasında paylaşımda bulun. Senin de bir aidiyetin olsun.”

Parti binasından çıktığımda hemen vapura binmek yerine bir süre sahilde yürümeye karar verdim. Çok sarsıcı bir hikayesi vardı Ali Abi’nin. Ondan çok ben dağılmıştım. Biraz toparlanmaya ihtiyacım vardı. Yakında yıkılacak olan Haydarpaşa Tren Garı’na doğru yürüdüm. Hava kararmıştı. Karşı taraf uzaktan ışıl ışıl görünüyordu. Sahilde bir banka oturup deniz üzerinde oluşan yakamoz eşliğinde boğazın eşsiz güzelliğini seyretmeye başladım. Sigaramı içerken bir an gözüm uzaklara daldı. Neden her hikayede karşımıza çıkan kötü karakter faşist cunta, bizim kuşağın da karşısına çıkıp “ölüm” ya da “işkence” kusmamıştı? Kim bilir, belki de bu sorunun cevabı yine kendi içinde gizliydi. Ama açık olan şey, bu günlere kolay gelinmediğiydi. Anlaşılan bizden önce birileri hesabı ödeyip çıkmıştı.

Ben Eminönü vapuruna binip Kadıköy’den uzaklaşırken, o, koca yüreğiyle tek başına kötülüklerle savaşmaya devam ediyordu…

(Osman Akyol, “Erdemli Bir Savaşçıdan İzler”, Ekin Sanat, Sayı 83, Ocak 2013)

Osman Akyol Osman Akyol, 31 Ekim 1972’de Adana’da doğdu. Yemişli Köyü Yatılı Kuran Kursu’nu (1985), Adana Baraj Lisesi’ni (1991) ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü’nü (1996) bitirdi. Asıl mesleği öğretmenlik yanında öykü yazarlığı, oyunculuk ve amatör olarak internet gazeteciliği de yapan Akyol’un; Varlık, Posta Gazetesi, Yordam, Şehrengiz, Ekin Sanat, Yaz Kalemim, Aşkın e-Hali, Sanat Cephesi, Öykü Teknesi, Çağdaş Yaşam, Afrodisyas Sanat, Berfin Bahar, Fayrap, Lacivert, Yaba, Edep, Deliler Teknesi, Mühür, Tmolos Edebiyat, Kurgu Düşün-Sanat-Edebiyat, Kardelen, Galapera Öykü, Kültür Mafyası, Düşünbil, Hayal, Zula, Güney, Natama, Patika, Dil ve Edebiyat, Ada, Yaşam Sanat, Zarf, Evrensel Kültür, Hece, İnsancıl, Eliz Edebiyat, Halk Edebiyatı, Zil, Sarmal Çevrim, Edebiyat Nöbeti, Şiiri Özlüyorum, Kharon, Ketebe Piyan, Karakedi, Delikliçınar, Kalemlik, Şiirden, Akatalpa, Gökmavi, Altıyedi, Erik Ağacı Öykü, Çini Kitap gibi gazete ve edebiyat dergilerinde; hikâye, şiir, deneme ve sinema yazıları yayımlandı. Öyküde “betimsiz kurgu” yazım tekniğinin de mucidi olan yazar, Zil adında İstanbul orijinli bir de dergi çıkarıyor. Eğitim, edebiyat, inanç, işçi-sendika gibi konularda yaptığı haberler ağırlıklı olarak; Aydınlık Gazetesi, Yeni Akit Gazetesi, Evrensel Gazetesi, Mir Haber, KamuGazetesi.Com, Demokrat Haber, on5yirmi5, Oda TV, Dipnot, bianet, Timeturk, soL Haber Portalı, Mürekkep Haber, SanatLog, insanokur.org, Kızıl Bayrak, Mücadele Birliği, TV 5 Haber, Gazete RED, Yorumca Haber, Welg Medya, Marmara Gazetesi, T4 Haber, İstanbul Gündemi, Dünya Bizim, Çayyolu Haber, Özgür Gelecek, Nokta Haber Yorum, Açıksöz Gazetesi, Gündem Arşivi gibi gazete ve internet haber sitelerinde yayımlandı. Evli ve bir çocuk babası olan Akyol, yazar olarak yedisi öykü, biri araştırma/inceleme, beşi şiir türünde olmak üzere on üç kitaba imza attı. Kitapları 1. Sorumlu Müdür (Öykü), Ekin Sanat Kitaplığı, Ankara, Nisan 2012 2. İlahi Adalet Komünizm (Araştırma/İnceleme), Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, Ağustos 2012 3. Yükselen Yeni Devrim Dalgası (Öykü), Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, Kasım 2012 4. Gezi Raporu (Öykü), Kanguru Yayınları, Ankara, Kasım 2013 5. Marks Radiyallahu Anh’ın İzinde (Öykü), Elpis Yayınları, Ankara, Eylül 2018 6. Hüznümün Direği (Şiir-Sinema), Elpis Yayınları, Ankara, Ekim 2019 7. Ah İstanbul (Şiir-Metin), Elpis Yayınları, Ankara, Temmuz 2020 8. Kelimeler Göçtü (Şiir-Metin), Elpis Yayınları, Ankara, Mart 2021 9. Küp Kokusu (Öykü), Elpis yayınları, Ankara, Haziran 2021 10. Ürkek Güvercin (Şiir), Elpis Yayınları, Ankara, Ekim 2022 11. Sil Baştan (Öykü), Elpis Yayınları, Ankara, Aralık 2022 12. İlahi Adalet Komünizm (Araştırma/İnceleme), Liman Yayınevi, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara, Nisan 2023 13. Çiy Tanem (Şiir), Liman Yayınevi, Ankara, Eylül 2023 14. Reyiz’i Devirmek, Liman Yayınevi, Ankara, Şubat 2024

Siz de fikrinizi söyleyin!