Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Acımın Ağrımın Lirik Potkalı

“Güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan, kopardığın yerler teker teker kanar.” diyordu Turgut Uyar. Duyarlılığımızın, duygusallığımızın, çaresizliğimizin kanayan yerlerinden bakıyorum. Kırmızıya uzanıyorum o kanayan noktalardan, sabahın saçlarına geceden bir tutam takıp günün bu ilk saatlerinde yazmaya başlıyorum. Bu yılın bir Ağustos sabahından…

Ağustos ayının kırılmış renkleri, kokusu ve içime işleyen acıtan şarkısı. Karıştırdığım küllerden yazacaklarımı toparlıyorum. Lilith’i, Havva’yı yeniden kutsuyorum; izlerini ve günahlarını öperek… Külkedisi halimi geride bırakarak… Kendimi kınayan yanlarımdan neler yazacağım, nasıl yazacağım? Yazdıkça kanayacağım, kanadıkça çoğalacağım… Yazdıkça koparacağım, kopardıkça ağlayacağım ve anlayacağım. Bir güne, bir aya, bir yıla, dört mevsime, sabahın aydınlığını getiren güneşe, yağmuru doğuran bulutlara, rüzgara, insana ve insan hallerine… Bu yılın iliklerine kadar işlediğimiz katliamlara, ayıplarımıza, günahlarımıza… Ağlamalıyım. Ağladıkça ölmeliyim, öldükçe dirilmeliyim, dirildikçe çoğalmalıyım. Ama artık öpecek günahlarımız da yok. Artık kahrolsun-lanet olsun diyecek günahlarımızla baş başayız. Kim kurtaracak bizi bu darlıktan, bu tıkanmışlıktan, bu ölmüş insanlıktan?

“Tek başına kalan bir insanın kapladığı o güçsüz yeri kaplamaya çalışıyorum.” Varlığım bir toz bulutu; sert bir rüzgar estiğinde dağılıp gidecek bir toz bulutu. Benim kalıbımda bir boşluk bu. Sıcağın, şehrin ve çölün ortasında, zamansız gibi duran bir boşluk. Ve o toz bulutunda ya el izimiz kalacak ya da ayak izimiz; biz insanların…

“Güllerin bedeninden dikenlerini koparırsan kanar,” diyordu ya üstat. Şimdi gülleri teker teker koparıyorlar… Gülleri koparıyorlar…

Bu ürkütücü çağda kaç kişi bir araya gelebiliyor aynı duyguyla? Duygudaşlığın bile parçalandığı bir zamandayız. Beni kışkırtan bir hüzünle bakıyorum çağlara…

Kurumuş bir dere yatağına bakar gibi bakıyorum insanlığa, insanlığımıza. Geçmişsizlik ve bağsızlık, bir sızıntı gibi akıyor kollarıma… Bunlara ihtiyaç duymamak, acımsı ya da tadı belli olmayan bambaşka bir şey olmalı. Geleceğini arayan insan, geçmişin olumsuzluklarını olumluya çeviremeyince, insan olma payesi elinden alınmış gibi. Bu ceza neyin nesi?

Geçmişini ve kendini çoğaltacak tohumlarını kabuğunun içine gizleyen ağaçlara ne oldu? Yeryüzü neden yeşilini kaybetmeye mahkum? İnsansızlığın rengini isteyen kim? Tüm bunlar insan eliyle mi yapılıyor insana, yoksa insan kılığında caniler mi üretilmiş, insan olmayan can(l)ı olmayanlar tarafından?

Hangi dönemlerin rüyasıyla benzerlik taşıyor rüyalarımız? Sahi, rüyalarımız kaldı mı ki? Hangi güzel kavramlar, hangi değerler kaldı ya da kalacak insanlık tarihine ait olan?

Bu Ağustos, belirginleştirilmiş belirsizliklere doğru gidiyor gibi geliyor bana. İletişim çağında bir iletişimsizlik, sonraki çağlara nasıl anlatılır? Ekranlar çok bilen insanlarla dolu. Kadını erkeğiyle herkes çok şey biliyor, öyle görünüyor… Ama aslında hiç kimse hiçbir şey bilmiyor, bunca anlatımın ve bilginin arasında… diyorum her ekran karşısına geçtiğimde. Küresel sermayenin ring seferinde asıl bilgi nerede? Gerçek ve bizim olmayan bu gerçekleri dizayn eden eller kimde? Kimlerde? O kadar çok şey var ki canımı acıtan, içimi yakan.

“Biri seni sevene kadar bir hiçsin,” diyor bir İngilizce şarkı. Yıllardır beynimde ve kalbimde dolaşan bir cümle… Bu hiçlik mi insandan insanlığını alan?

Yeryüzü ağlıyor: Gülleri koparıyorlar! Gülleri koparıyorlar…

Yeryüzünün güllerini…

Zeren Keziban Karaaslan

Siz de fikrinizi söyleyin!