Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

İçimden Geçen Tren

Yoldayım. Karanlık benimle kayboldu gitti. Benimle doğdu güneş, benimle başladı gün, benimle açıldı bugünün yaşam perdesi. Kaçırmak istemedim yeni doğuşu. İlk doğuş gibi uyandım, ilk doğuş gibi açtım bugüne gözlerimi.

Çocukluğumun sevinci gibi koştum istasyona, trenlere. Kardeşimin ışıltılı gözleri gibi koştum.
Yavaş yavaş hareket etmeye başlıyor şimdi. Tıngır mıngır… Yaslıyorum başımı cama.
Tren rayda. Bugün düşünmek yok, kitap okumak da. Yolculuğa bıraktım kendimi. An’dayım. Ellerim boş. Ellerim bomboş. Şimdilik. Tren rayda, peki ya ben? İçimden geçiyor bu tren. Bazen yavaş yavaş, bazen hızlı. Tıngır mıngır. Güneş vurmuş ilk durağın tabelasına. Kalbim yine mutlu bir çocuk. Tren rayda, ilerliyor.

Çeşit çeşit, boy boy, yeşilin her tonuyla, kimi yeni açmış papatyalar, ayçiçekleri, kimi parlak kimi solgun, renk renk yapraklarıyla selamladı yol üzerinde ağaçlar beni. Kimi yalnız evler, kimi capcanlı, yaşadığı ve mutlu olduğu belli evler. Kucakladım her birini. Kimi evin yalnızlığını sarmaşıklar kucaklamış. Yoksa evi sarıp sarmalaması kendi yalnızlığı için mi? Kim bilir? Sıra sıra gözümün önünden geçip gidiyorlar. Hep böyle derim ama bilirim, geçip giden asıl benim. Ama kolay mı bildiğini korkmadan doğrulamak? Dil söylemese de, öncelik benim. İnsan ömrü bir ağaçtan ya da evden kısa. Kısa mı sahi dedim kendime, kısacık ömürlü o ağacı ve evleri hatırlayınca. Sus. Seyret. Seyrediyorum. Gün yayılıyor fakat yoğun bir sis kuşatmış her yeri.

Tünelden geçiyorum. Kapkara oluyor her yer. Bitmeyecek gibi karanlık. Bir çıkıyorum tünelden, sisten eser kalmamış, apaydınlık. Ama nasıl güneş açmış, kocaman bir ayçiçeği gibi. Küçük küçük evler, neşeli tarlalar. Koyunlar, kuzular otluyor hep birlikte. Ormanlar, tarlalardan geçip gidiyor yine gözümün önünden. Uzun kavak ağaçları, en sevdiğim. İlk tanıştığım ağaç. Dedemden, anneannemden miras. İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor. Her durakta inen başka biri. Yer açıyor yeni gelene. Şehirlerin, köylerin içinden geçiyor. Sonra yine heybetli, güzelim dağlar görünür oluyor. Gökyüzü yeryüzünü kucaklamış. Nereye baksan mavi gök. Bulut bulut, umut umut. Sonra yer, gök yeşil; nehir, deniz. Annem geliyor aklıma. İki saat olmuş ben evden çıkalı. Saat sekiz. Göğsümden dilime bir anda uzanan kısacık o olabildiğine gerçek an, o ani refleks: “Annemi arayayım.” Anlatayım ona yolu, özledim diyeyim gülerek, sanki ayrılalı iki saat değil, iki yıl olmuş gibi. Hem asırlar geçmiş hem ilk gün gibi gidişi-m.

Jet hızıyla geçen an, onu aramayı düşündüğüm, aradığım, sevinçle anlattığım, sevinçle dinlediği o an. Sevinçli sesi. Telefondayız ama görüyorum o pırıl pırıl, içten bakan, heyecanlı, gülen gözlerini. Çok mutlu çünkü aradım onu. Mutluyum. Çok mutlu oluyordum… tam o arama, arıyorum hissinde…

Bir kısacık doğan güneş ile ama. Ama işte. İşte bir tünel daha… Kim bilir nereye çıkar?
Söylemeyin sakın, bilmeyeyim. Bilmeyeyim nereye gittiğimi.
An’da kalmalıyım. Tren rayda. An’dayım.

Zeynep Kasap

 

Siz de fikrinizi söyleyin!