Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Öylesine Bir Öykü

Oturmuş düşünüyordum. İşte tam burada. Bu taşın üstünde. Dünyaya doğru sarkıtmıştım ayaklarımı. Asi ve aksiliğimi seyrediyordum bir yandan da.

Dağlardan mı kopup gelmişti, sular mı, rüzgârlar mı kapıp getirmişti, yoksa masallardan kovulmuş da sığınacak Kaf Dağı mı arıyordu, bir türlü anlayamadım, ne yalan söyleyeyim. Kulağıma eğilip, “Bütün karalarımı sana anlatabilirim,” dedi göksel bir sesle. Geveze suskunluğum üstümdeydi o gün. Anlattığı şeyler hâlâ belleğimde.

“Kendimin acemisiyim,” diye başladı söze. Devler ülkesinde bir cüce olduğunu söylerken az kalsın gözleri ve sözleri ateş alacaktı. Kendini lif lif söküp yeniden yaptığını söylerken de bir kahramanı canlandırıyordu sanki karşımda. Bir vadiye seslenir gibiydi gözlerimin içine bakarken. Belliydi yüreğinin hiçbir kaba sığmadığı. Belliydi yürek esintilerine bıraktığı kendini.

Rüyadaymışım gibi geldi önce. Sözcüklerin dilimin ucuna kadar gelip taşlaşmadan yüzüme doğru ılık damlacıklar halinde yuvarlanması hoşuma gitmeye başladı bir süre sonra. Araya laf sokuşturmak hiç aklımdan geçmedi. Dedim ya geveze suskunluğum üstümdeydi.

“Bıkıp usanmadan kendi aynısıyla yaşayanlarla bir arada olmaktan sıkılıp yollara düşmekle başladı maceram. Hurafelere kapılıp özgürlüğüne koşar gibi yoksulluğuna koşan insanların arasından kopuş, o kopuş. Yollarda aldım soluğu. Anladım ki ben yollara yazgılıyım. Yollar da bana…” Dinlemek istemez ya da anlamakta zorlanacağını düşünürsen boşuna yorma beni, yolum uzun çünkü,” dercesine fırlattığı bakışını, devam et anlamına gelecek kaş göz işaretiyle kestim. Anlamak ve bilmek mecburiyetimi takındığımı fark edince sürdürdü:

“Yollara yazgılı olmak iyi. Çünkü yollarda her aşk geliyor insanın başına. Şiire böyle tutuldum örneğin. Sözcüklerden bir yurt edinip yerleştim içine. Varlığından rahatsız olmayacağım ikinci bir dünya….

Şiire tutulur tutulmaz önyargılarımdan kurtulmaya başladığımı fark ettim. Yoksa tek yanlı düşüncelerle zehirlenecekmişim neredeyse. Kendimin aykırısı olmak için şiirden yardım istedim. Gönüllüydüm şiirin içinde bir leke veya bir renk olarak yer tutmaya. İstediğim tam da buydu. Diyeceğim, yollarda, o uzun yolculuklar sırasında oldu ne olduysa. Annemden sonra bir de yollar doğurdu beni.

İşler böyle gelişince kendimi keşfetmeye de başladım. Kendim bana ayan oluyordu gitgide. Bu dediklerim şiir sayesinde. Gel gör ki sözcüklerle uyum sağlamak hiç de kolay değildi. Onların kendi aralarında yasak ve aykırı buluşmaları ancak bu uyuma yardımcı olabilirdi. Bunu anlamasaydım ağzımla kuş tutsam işe yaramazdı. Benden istenen neydi? Bu buluşmaları kışkırtacak yetenek! Açılmamış kapıları varmış bir de sözcüklerin. Bu kadarla mı? Üst anlamlara tırmanmak istermiş her biri. Öte gerçeklermiş onların da bitmez tükenmez merakı. Dil içi bir dil, bir öte dil, bir üst dil ister bütün bunlar. Şiire varmak öyle kolay mı? Atın önündeki eti, aslanın önündeki otla değiştirip kırk kapının kırkının da önünde bekleyen süngülü nöbetçileri atlatıp peri kızının sarayına varmaktan daha zorlu bir iş. Bu konuda neler yaptım, ne kadar yol aldım, açıkçası bilmiyorum. Diyorum ya, ben kendimin acemisiyim.”

Sözünü kesmedim ama yüzüne çivileme bakışlarımdan her an rahatsız olabileceği gelmiyor değildi aklıma. Anlatımı iyi bir öykünün özelliklerine çok uygundu. Eksiltiyor, boşluk bırakıyor, şifreliyor, tekrarlardan sakınıyor, zaman atlamaları yapıyor, anlattıklarını belli bir kuşkudan geçirmem için bana zaman tanıyordu. Anlattıklarının arkasına takılan cümleler gerçeği bozarak yeni bir gerçekliğe dönüşüyordu. Çıplaklık giydirdiği her sözcük yeni anlamlara soyunuyordu. Hayretle izliyordum:

“Ne kadar az gittim, ne kadar uz gittim” desem de bir arpa boyu kadar yol gittiğim konusunda fazla alçakgönüllü olmama gerek yok. Bu arada şiir de çocukluğumun gökyüzü gibi, ben nereye, o da oraya. Tutulmak böyle bir şey. Bilinçli bilinçsizliklerin içinden geçtiğimi anımsıyorum bu süreçte. Öyle de olmalıymış zaten. O sıralar kitapların biri çıksa başka biri giriyordu parmaklarımın arasına. Şiirin anayurdunun kaos olduğunu öğreneli huysuzluğum ve huzursuzluğum arttı da arttı. Beni besleyenin bu huysuzluk ve bu huzursuzluk olduğunu da fark ettim, iyi mi! Ortalama şeylerin sanatı olmazmış, onu da yollar öğretti. Başka bir şey daha öğretti bana yollar:

Şairinin iyi bir okur olduğunu sezdirmeyen şiirler okurun duyarlıklarından geri dönermiş. Kuralları çiğnemeden yazdırmazmış da şiir kendini bu arada… Aşk bilgisi, düş bilgisi, insan bilgisi, geçmiş ve gelecek bilgisi edinmeden kaos denilen şeyin “k”sini kavramak olanaksızmış. Şiire sarınca, belasız başımı belaya soktum diye az düşünmedim. Kolayı seçmenin de bana göre olmadığını biliyordum bir yandan. Öyle olsaydı, bana sorulmadan verilen adımla dibime çağırdıklarında dönerdim. Ustalardan çok şey öğreniyorsun, hâlin ve yolun uzadıkça. Geri dönmeyi de sevmedim kısaca.

Dünyanın kıyısında bir yerde soluklanırken kendimden daha ne kadar açılmalıyım diye düşünmeye başladım. Bir kırılma anıdır. Cesaret ve devrim tam bu noktada başladı bende. Ursula K. Le Guin’in “Vermediğiniz bir şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir,” sözü de gelip ruhuma oturmasın mı! Şiire de böyle bakmaya başladım ondan sonra. Gözlerimi bir trenin gözleri gibi kullanmam gerektiğini anladım. Kendimden daha da kopmalıydım çünkü. Sonraya ve sonsuza yöneldim. “Kuş olsam / bir kanadımla sana uçacağım / biriyle kopacağım kendimden” dizeleri o zamanki ruh hâlimi izah edebilir belki.

Velhasıl olmayanda olanı aramak biraz da benimki. Geçmişin ölü derisinden ışık yapmak konusunda da üç aşağı beş yukarı sözcüklerle bir uzlaşı sağladım diyebilirim. Sağlanan her uzlaşı aslında aykırılık üstüne. Bildik kabulleri böyle yırttım, dışına çıktım kendimin ve bildiklerimin. Sözcüklere çırak durmadan yol alamayacağımı anlamıştım.

Şiir, “Benimle yürüyeceksen öğrenip unutmadan kendimi yazdırmam,” diye sık sık tehdit etmeye başladı beni. Anladım ki tekrarlara düşüyormuşum.

Dedim, aradığım ne? Yanıtı kendiliğinden: Beni iyileştirecek yara. Baktım o da şiirdir zaten. “Uzan,” dedim, “uzanabildiğin kadar bilinmeze.”

Baktım, çekilmiş gidiyor. Bitti mi diye sordum. Birden hızlandı. Yetişmeye kalksam da boşuna.

Şu daldaki kuş havalandı… Uzun uzun baktım kanat izine. Acıkmıştım. Susuzdum. Kendime gecikmiştim.

Hayrettin Geçkin-Eylül 2024

Siz de fikrinizi söyleyin!