Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Sağlık,  Toplum

Sessiz Beyaz Çığlıklar: 2024 Türkiye’sinde Sağlıkta Şiddet, Doktor İntiharları ve Metalaşan Sağlığın Kışkırtılmış Talepleri

Bir Toplumun Kaybı: Sağlıkta Şiddet ve Doktor İntiharlarının Arka Planı;

2024 yılı, Türkiye’nin sağlık sistemi için acı dolu bir yıl olarak hafızalara kazınıyor. Sessiz çığlıklar, yoğun bakım ünitelerinin, acil servis koridorlarının, polikliniklerin derinliklerinde yankılandı. Sağlık çalışanları, doktorlar, hemşireler ve hastane personeli, sadece hayat kurtarmak için değil, kendi hayatlarını korumak için de mücadele etmek zorunda kaldı. Bu yıl, sağlıkta şiddetin soğuk yüzü daha belirgin hale gelirken, doktorların ve sağlık çalışanlarının ağırlaşan yükü, bizlere bu mesleğin ne kadar derin yaralar açtığını da bir kez daha hatırlattı.

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olayları artarken, tükenmişlik sendromuna yenik düşen doktorların intiharları, yüreklerimizi dağladı. Bu acı dolu gerçekler, sadece sağlık sisteminin değil, aynı zamanda toplumsal değerlerimizin de ne kadar yozlaştığını gözler önüne seriyor. Sağlık hizmetlerinin metalaşması ve piyasalaşması, bu sorunların temelinde yatan en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Önlüğün Beyazında Karanlık Leke : Sağlıkta Şiddet

2024 şimdiye kadar Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarında büyük bir artışın yaşandığı bir yıl oldu. Türkiye Sağlık-Sen’in verilerine göre, yılın ilk yarısında 500’den fazla sağlık çalışanı görevleri başında fiziksel veya sözlü şiddete maruz kaldı. Bu olaylar, sağlık çalışanlarının sadece hastalıklarla değil, aynı zamanda öfke, saldırganlık ve adaletsizlikle de mücadele etmek zorunda kaldığını ortaya koyuyor.

Bir doktorun hasta yakını tarafından acil serviste darp edilmesi, bir hemşirenin hakaret ve tehditlere maruz kalması, bir sağlık personelinin görev başında bıçaklanması… Bu olaylar, sadece münferit vakalar değil; yıllardır allı pullu gösterilip ballandıra ballandıra anlatılan bir sistemin çöküşünü simgeliyor.

Sağlıkta şiddetin nedenleri, toplumsal, ekonomik ve sistemik birçok faktörden kaynaklanıyor. Öncelikle, sağlık hizmetlerine erişimde yaşanan zorluklar, uzun bekleme süreleri ve kışkırtılmış sağlık talepleri kaynaklı hastaların beklentilerinin karşılanamaması, sağlık çalışanlarına yönelik öfke patlamalarına yol açabiliyor. Bunun yanı sıra, sağlık çalışanlarının iş yükünün artması, personel yetersizliği ve çalışma koşullarının ağırlaşması, hizmet kalitesini düşürmekte ve bu durum hastalarla sağlık çalışanları arasındaki gerilimi artırmaktadır.

Toplumsal şiddetin artışı da sağlıkta şiddeti besleyen önemli bir unsurdur. Türkiye’de son yıllarda artan ekonomik sıkıntılar, sosyal adaletsizlikler ve genel huzursuzluk hali, toplumun her kesiminde olduğu gibi sağlık hizmetlerinde de şiddeti körüklemektedir. Toplumda şiddetin normalleşmesi, sağlık kurumlarında da bu tür davranışların daha sık görülmesine neden olmaktadır.

Sağlık Sisteminde Tükenmişlik: İnsanüstü Bir Çabanın Bedeli

2024; yine önceki yıllar gibi doktorların insanüstü çabalarının bir bedeli olduğunu da gözler önüne serdi. Uzun mesailer, bitmek bilmeyen nöbetler, artan hasta sayısı ve azalan personel… Bu zorlu koşullar altında çalışmak zorunda kalan doktorlar, sadece fiziken değil, ruhen de yıprandı. Tükenmişlik sendromu, artık sağlık çalışanları için bir meslek hastalığı haline gelmiş durumda.

Doktorların çalışma koşulları, bir yandan fiziksel yorgunluğu, diğer yandan ise duygusal bir çöküşü beraberinde getiriyor. Sürekli olarak ölümle burun buruna gelen, hastalarının yaşamları için savaşan doktorlar, bir yandan da sistemin dayattığı ağır yükü omuzlarında taşıyor. Bu durum, yalnızca bireysel bir sorun değil, aynı zamanda sağlık sisteminin sürdürülebilirliğini de tehdit eden büyük bir kriz.

Halk sağlığı açısından bakıldığında, bu durumun ne kadar yıkıcı olduğu daha net anlaşılabilir. Sağlık sisteminin temel taşı olan doktorlar ve sağlık personeli, işlerine odaklanmak yerine kendi güvenliklerini düşünmek zorunda kalıyorsa, bu durum toplumun genel sağlığını da tehlikeye atar. Bir sağlık sistemi, çalışanlarının güvenliği sağlanmadan, onlara gerekli destek sunulmadan nasıl işleyebilir?

Doktor İntiharları: Sessizliğin Çığlığı

Ve ne yazık ki, 2024 yılı, bu ağır yükün altında ezilen doktorların intiharlarıyla da anılacak. Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) verilerine göre, 2024’ün ilk altı ayında en az 15 doktor intihar etti. Her biri birer trajedi olan bu intiharlar, sağlık sisteminin derin yaralarını, doktorların iç dünyalarındaki çöküşü ve toplumsal değerlerimizin erozyonunu ortaya koyuyor. Üstelik bu intiharlar mesleğin başında genç bir doktordan yılların duayeni profesörlere kadar uzanmakta. Her intihar, bir çığlık, duyulmak isteyen bir yardım çağrısıdır. Bu çığlıklar, sadece birer istatistik olarak kalmamalı. Her bir kayıp, bir hayatın sona ermesinden çok daha fazlasını temsil eder; bu, bir sağlık sisteminin başarısızlığının, bir toplumun mesela pandemide ilan ettiği ‘’kendi kahramanlarına’’ yeterince sahip çıkamamasının en acı göstergesidir. Bu çığlıkları duymamak, toplumsal vicdanımıza ağır bir yük, onarılmaz bir yara olarak geri dönecektir.

Doktor intiharlarının altında yatan temel nedenleri şöyle sınıflayabiliriz:

  1. Tükenmişlik Sendromu: Sürekli baskı altında çalışmak, uzun mesailer ve hasta yoğunluğu doktorları tükenmişlik noktasına getirmektedir. Tükenmişlik sendromu, depresyon ve anksiyeteyi tetikleyen en önemli faktörlerden biridir.
  2. Maddi Sorunlar ve Tatminsizlik: Her ne kadar doktorluk prestijli bir meslek olarak görülse de, birçok doktor maddi açıdan tatminsizlik yaşamaktadır. Özellikle genç doktorlar, uzun eğitim süreçleri sonrasında elde ettikleri gelirle geçim sıkıntısı çekmektedirler.
  3. Mesleki Değer Kaybı ve Toplumdan Görülen Baskı: Sağlık çalışanlarının toplum gözündeki değerinin azalması, özellikle medya ve sosyal medyada sağlık çalışanlarına yönelik olumsuz söylemler, doktorları yalnızlaştırmakta ve psikolojik olarak yıpratmaktadır.

Doktor intiharları, onların sadece mesleki değil, insan olarak da ne kadar yalnız bırakıldıklarını gözler önüne seriyor. Tükenmişlik, umutsuzluk, çaresizlik ve mobbingler doktorları yaşamlarına son verme noktasına getiren en önemli etkenler arasında yer alıyor. Onlarca yıllık emeklerin ardından maddi-manevi sıkıntılar, yoğun iş yükü, toplumdan ve meslektaşlarından gördükleri baskılar, bu trajedilerin arkasındaki gerçeklerdir.

Sağlığın Metalaşması ve Kışkırtılmış Sağlık Talebi: Hasta Müşteriler

Bu acı gerçeklerin temelinde, sağlık hizmetlerinin metalaşması ve piyasalaşması yatıyor. Türkiye’de son yıllarda sağlık hizmetlerinin piyasa dinamiklerine tabi tutulması, sağlık çalışanlarının ve hastaların üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Hastaneler, kâr amacı güden işletmelere dönüştü; doktorlar ve hemşireler ise bu sistemin çarkları arasında ezilen işçilere.

Sağlık, bir kamu hizmeti olmaktan çıkıp alınır satılır bir meta haline geldiğinde, doktorlar ve hastalar bu piyasanın mağdurları oluyor. Sağlık çalışanlarının mesleki tatminleri azalırken, toplumun genel sağlığı da bu durumdan olumsuz etkileniyor. Sağlığın metalaşması, insan hayatını parayla ölçen bir düzene dönüşmüş durumda.  Bu süreçte özellikle dikkat çeken bir diğer olgu ise “kışkırtılmış sağlık talebi”dir. Kışkırtılmış sağlık talebi, hastaların gereksiz yere sağlık hizmetlerine yönlendirilmesi ya da tıbbi müdahalelerin gereğinden fazla uygulanması anlamına gelir. Bu durum, sağlık hizmetlerinin piyasa dinamiklerine uyum sağlamaya çalışırken, kâr odaklı yaklaşımın hastalar üzerinde oluşturduğu manipülasyonun bir sonucudur.

Özellikle devlet hastanelerinde yaşanan personel yetersizliği, doktorları insanüstü bir çabayla çalışmak zorunda bırakıyor. Sağlık çalışanlarının birçoğu, hastalara yeterince zaman ayıramamanın, hızlı ve yüzeysel tedavilerle yetinmenin vicdan azabını yaşıyor. Bu durum, onların ruhsal sağlığını ciddi şekilde etkiliyor.

Kışkırtılmış sağlık talebi aynı zamanda, sağlık sisteminin finansal sürdürülebilirliğini de tehdit eden bir unsurdur. Gereksiz testler, tedaviler ve ilaç kullanımı, sağlık harcamalarının kontrolsüzce artmasına neden olurken, gerçekten ihtiyaç duyan hastaların hizmete erişimini de zorlaştırmaktadır. Bu durum, sadece bireylerin değil, toplumun genel sağlığını da olumsuz etkilemektedir.

Sonuç olarak, sağlık hizmetlerinin metalaşması ve kışkırtılmış sağlık talebi, insan hayatını değersizleştiren, toplumsal sağlığı tehdit eden ve sağlık çalışanlarının üzerindeki yükü artıran bir süreçtir. Bu sürecin durdurulması, sağlık sisteminin insan odaklı bir hale getirilmesi ve sağlık çalışanlarının iş yükünün hafifletilmesi gerekmektedir. Sağlık bir meta değil, insani bir haktır. Bu hakkı korumak, insan hayatını parayla ölçen bir düzen yerine, insan onurunu ve sağlığını merkeze alan bir sistem inşa etmekle mümkündür.

Çözüm: Piyasa ve Popülizmin Umutsuzluğuna Karşı Bilim, Etik ve Ahlakın Umudu

Bu sorunların çözümü, sadece bireysel çabalarla değil, toplumsal ve sistemik değişikliklerle mümkün olabilir. Sağlık sistemindeki bozulmayı, piyasa mantığı ve popülizmin yarattığı umutsuzluk yerine, bilim, etik ve ahlakın rehberliğinde yeniden inşa etmek zorundayız. Hastanelerdeki güvenlik önlemlerinin artırılması, şiddete karşı caydırıcı yasaların devreye sokulması, doktorların ve sağlık çalışanlarının tükenmişliğini önlemeye yönelik programların yaygınlaştırılması gerekiyor. Ancak en önemlisi, toplumun bu mesleğe ve bu mesleği icra eden insanlara olan bakış açısını değiştirmek zorundayız.

Sağlık çalışanları, bilimsel bilgi ve etik değerlerle hareket eden, insan hayatını her şeyin üstünde tutan profesyonellerdir ancak birer robot değildirler. Onlar, her gün hayat kurtarmak için kendi hayatlarını riske atan, fedakarlıkların en büyüğünü yapan insanlardır. Onlar da birilerinin oğlu/kızı anne-babası, onların da bir yaşamı, sevgilileri, sevinçleri ve acıları vardır. Unutulmamalı…

Sonuç olarak, 2024 yılı Türkiye’nin sağlık sisteminde bir dönüm noktası olabilir mi hâlâ? Evet. Ancak bu, piyasa ve popülizmin kısa vadeli çözümleri yerine, bilimsel, etik ve ahlaki değerlere dayalı bir sağlık sistemini inşa etmekle ve bunu yaparken doktorları, meslek örgütleri TTB’yi, sağlık çalışanlarını, sağlık emek örgütleri ve sendikalarını dikkate alarak ilerlemekle mümkündür. Sağlıkta şiddet ve doktor intiharları, bu ülkenin vicdanına kazınmış acı dolu hatıralardır. Bu hatıraları geleceğe taşımamak, sağlık sistemini daha adil, güvenli ve insan odaklı bir hale getirmek, hepimizin sorumluluğudur. Unutmayalım ki, sağlık bir meta değil, insani bir haktır. Sağlık sistemini yeniden insan odaklı, bilimsel ve etik değerlere dayalı hale getirmek, bu ülkenin en büyük önceliklerinden biri olmalıdır. Her bir doktorun, hemşirenin ve sağlık çalışanının yaşamı, diğer tüm yurttaşlar gibi, toplumun vicdanına emanet edilmiştir. Onları korumak, hepimizin sorumluluğudur.

Ne diyor doktorlar ve diğer tüm sağlık çalışanları;

Yaşamak, yaşatmak istiyoruz!

Susmuyoruz, korkmuyoruz, hiçbir yere gitmiyoruz!

O zaman hala umut var. Yeter ki duyulsun bu çığlıklar, tutulsun bu uzanan eller.

Dr. Müjdat Güven

Siz de fikrinizi söyleyin!