Deneme,  Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri

Âkif – Fikret Çatışması

Türkler; bulundukları jeopolitik konumun da etkisiyle zaman içerisinde birçok milletle etkileşim içerisine girmiş; onlara bir şeyler vermiş, onlardan bir şeyler almışlardır. Bu durum çeşitli Türk toplulukların da bazen kültürel zenginlik nedenlerinden biri olurken bazen ise Türk topluluklarının asimile olması ve kendi benliğini kaybetmesi ile sonuçlanmıştır.

Miryakefalon Savaşı’nın ardından Anadolu’ya kesin olarak yerleşen Türkler, bu güzel toprakları çok sevmişlerdir. Fakat güzel ve bir o kadar da bereketli olan bu topraklar, bir kültür sorununu da beraberinde getirmiştir. Öyle ki Anadolu, Avrupa Medeniyeti ile Asya Medeniyetinin bir geçiş noktası durumundadır. Bu da tarihsel süreçte, kültürel açıdan ikilik yaratmış ve hatta bir medeniyet çatışmasına dönüşmüştür. Bugün sizlerle Osmanlı’nın son dönemlerinde bu çatışmanın edebi bir yansıması olan Mehmet Âkif – Tevfik Fikret tartışmasına bakacağız.

İlk kahramanımızla başlayalım: Âkif, Osmanlı’nın son dönemlerine fikirleriyle damga vurmuş bir edebiyatçıdır. Bunun en önemli nedeni ise Âkif’in bilindik ümmetçilik – İslamcılık anlayışının dışına çıkmasıdır. Âkif, şüphesiz İslamcı bir şairdi. Ancak onun İslam anlayışı Âkif’ten önce de doğuda çeşitli versiyonlarını Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi Müslüman ulemada gördüğümüz reformist İslam anlayışıydı. Bu anlayış Müslüman halklarını bir yandan manevi olarak kendi içine dönmeye davet ederken, diğer yandan somut bilimlerde Batı’nın izinden gitmeyi uygun görüyordu.

Somutlaştıracak olursak Âkif’e göre Batı dünyası ilime önem vermiştir. Batı bunu yaparken Doğu – İslam dünyası ise bir miskinlik içerisine girmiş, tembelleşmiştir. Öyle ki Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da verdiği bir vaazda şunları söylemiştir: ‘’Biz Müslümanlar (…) çalışmayı bıraktık. Atalete, sefahate, ahlaksızlığa döküldük. Avrupalılar ise gözlerini açtılar, alabildiğince terakki ettiler. Görüyorsunuz ki denizin dibinde gemi yüzdürüyorlar. Göklerde ordular dolaştırıyorlar.’’

Âkif bu vaazın devamında ise Batılıların ellerinde neler varsa onları elde etmek için çalışmanın tüm Müslümanlara farz olduğunu söylemektedir. Ona göre Batının emperyalizmine karşı ancak böyle mücadele edilebilirdi. Âkif’in bu sözleri bize Tanzimat Şairi Ziya Paşa’nın şu dizelerini hatırlatıyor: ‘’Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşaneler gördüm. / Dolaştım mülkü İslam’ı, bütün viraneler gördüm.’’

Âkif; ‘’Felaketin başı, hiç şüphe yok, cehaletimiz’’ derken topumun başına gelen kötü olay ve durumları yine toplumun cehaletine, devamındaki dizelerde de kitap okunmamasına bağlamıştır. Âkif, medeniyete ancak Batının iyi yönlerini alarak ulaşılabileceğini savunmuştur. ‘’Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini!’’ dizeleri de Âkif’in bu görüşünün destekçisi olabilecek niteliktedir.

Gelelim diğer şair kahramanımıza. Tevfik Fikret. O da tıpkı Âkif gibi Doğu dünyasının geri kaldığını söylüyordu. Ancak farklılıkların oluştuğu yer izlenecek yollar, başvurulacak yöntemlerdi.

Tevfik Fikret kurtuluşun ancak ve sadece Batı’ya yönelmeyle olacağını düşünüyordu. Ona göre İslam ve Doğu dünyası içinden çıkılamaz bir bataklığa gömülmüştü. Bu bataklıktan çıkmanın tek yolu milletin tüm muhafazakâr duygularını bir yana koyarak yeni, medeni bir millet oluşturmaktı.

Tevfik Fikret duyarlı bir şairdi. Onca savaşlar sürerken yoksulluk içinde debelenen halk, onun hep dikkatini çekmiştir. Han-ı Yağma, Doksan Beşe Doğru gibi şiirlerinde bu konulara değinmiştir. Hiçbir zaman savaşı savunmamış, bunun insan canını değersizleştirdiğini düşünmüştür. ‘’Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim, ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.’’ diyerek ırkçılık ve dinperestlik yapanları eleştirmiştir.

Aslına bakarsanız Âkif – Fikret ayrımını az önce açıklamış oldum. Fikret, Âkif’in sahip olduğu ümmetçilik duygusunu gereksiz görüyordu. Âkif de ‘’Batı aşığı’’ saydığı Fikret’in dünya görüşüne pek katılmıyordu. Böyle bir dönemde bu ‘’düşünsel fark’’ın kağıda dökülmemesini bekleyemezdik herhalde!

Tevfik Fikret, ‘’Tarih-i Kadim’’ adlı şiirini 1905 yılında yazdı. İslam dinine ve maneviyata eleştirisiyle bilinen bu şiir yazıldığı tarihlerde yayımlanmamış, uzun yıllar boyunca sadece edebi ortamlarda okunmuştur.

Bu şiir ilk defa Osmanlı topraklarında Balkan Harbinin hüküm sürdüğü yıllarda basıldı. Şiirin ‘’Din şehit işter, âsüman kurban’’, ‘’Tanrılar ne derse onu yapacak halk, sabırla ve kahırla olacak iki büklüm.’’, ‘’Yırtılır ey köhne kitap yarın, fikirlere mezar olan sahifelerin.’’ Gibi dizeleri dönemin İslam düşünürlerini sinirlendirmiştir.

Bu sözlere çok kızan Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ adlı şiirinde Tevfik Fikret’i zangoç diyerek eleştirmiştir: ‘’(…) Deyip de ‘zangoç’a başvurdular.’’ ‘’Şimdi Allah’a söver, sonra biraz bol para yer. / Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!”

Âkif ‘’Süleymaniye Kürsüsü’nde’’ şiirinde Fikret’i Robert Kolejinde öğretmenlik yapmasını kullanarak eleştirmiş, onu gençlerin maneviyatını zayıflatmakla suçlamıştır: “Robert Kolej’deki sanat dâhisinin kalemi / Vurur bu darbeyi isterse çünkü haddine mi / Hükümet’in ona kalkıp da itiraz etmek? / Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!’’ ‘’Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek! / Gençliğe hak veririm, çünkü üç beyinsiz inek / Yazıp dağıttı o isyan beratını; / Çocukların yüreğinden kopardı imanı!’’

Fikret, Âkif’in bu sözlerine ‘’Tarih-i Kadim’e Zeyl’’de cevap vermiştir. Fikret bu şiirde Âkif’e molla sırât diye hitap etmiştir: ‘’Ben ki üç beş pulu tercihinden / Protestanlara zangoçluk eden / Şâirim! Zîver-i Kürsî-yi Yakîn, / Şâir-i müctehid-i dîn-i mübîn, / Hazret-î Molla Sırât’a ebedî / İhtirâmâtımı takdim ile bî- / Bî-tereddüd diyorum: (…)’

Tevfik Fikret bu şiirinde kendine zangoç yakıştırması yapan Âkif’e hiç kimsenin hizmetçiliğini yapmadığını ve ne Müslümanlık dinine ne de Hristiyanlık dinine inanmadığını söyler. Ayrıca tapılması gereken bir şey varsa bunun doğa olduğunu söyleyerek ‘’Panteizm’’ felsefesine atıfta bulunur. Bu tartışmanın somut olarak bilinen son noktası burası olsa da nesilden nesle aktarılan bir çatışma olarak sürer gider.

Aralarında her ne kadar görüş farklılıkları olsa da Fikret ve Âkif ilme ve fenne verdikleri değer bakımından birbirinden ayrılmazlar. Ayrıca Âkif, Fikret’in şiirinden de etkilenmiştir. Dünya görüşümüz elbette ki bu iki şairden birine daha yakın olabilir. Ama bu iki şairin de Türk Edebiyat Tarihi’ndeki yeri yadsınamaz. Şüphesiz bu iki isim de bizler için çok değerlidir. Size tavsiyem bu tartışmadan kendinize pay çıkarmak yerine olgun bir edebiyat okuru olarak iki şairin de muazzam şiirlerine göz gezdirebilirsiniz!…

Metin Emre Kuşçu

Siz de fikrinizi söyleyin!