Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri

Benlik, Kibir ve Erdem

Kimseyle bir sorunum yok. Ne iktidar peşindeyim, ne ün peşinde…

Birilerinin küçücük çıkarlarıyla ya da elde ettikleri kendince saltanatlarıyla oynayacakmışım gibi yersiz korkulara kapılmasın kimse. Haddime değil. Bu tip şeyleri beceremem ben. Beni başkalarından ayıran pek çok özelliğimin olduğunu düşünüyorum ama salt bu anlamadaki beceriksizliğim bile pek çok insandan ayırır beni.

Böyle demekle kimseye karşı savaş açtığım, herhangi bir kimseyi herhangi bir hesaplaşmanın içine çekmeye çalıştığım sanılmasın ha! Üzülürüm. Üzülürüm sahiden. Çünkü bir kibrin, bir öfkenin veya herhangi bir düşmanlığın içinde değilim. Olamam da… Bana göre şeyler değil bunlar. Ayrıca kendi felaketimle başa çıkacak kadar da dayanıklı olduğumu düşünüyorum hayatın karşısında. Bu yaşıma zorlukları yara yara geldim. Sadece onurlu kalmaktı hedefim. Aldığım risklerle sağladım can güvenliğimi, hiçbir zaman kolayı seçmedim. Kimse için de asla bir tehlike olmadım. Söylemem de sakınca yok; yaşanmamış güzelliklerin, kurulmamış dostlukların, başka türlü bir dünyanın peşinden koşup durdum. Sakin olduğuma bakmayın, “düşbazın”, iflah olmazın tekiyim aslında. Verili gerçekliklerle yetinmedim şimdiye kadar. Bana öğretilenlere teslim olmadım. Eh bu da kendi seçimim.

Rahmetli annem işlerimin çok yoğun olduğu bir dönemde ziyaretime gelmişti. Hiç unutmam. Sık sık telefonlarımın çalması, artan ziyaretçilerim, kendisiyle doğru dürüst sohbet edecek zamanlar bulamayışım… Annem bana şöyle bir sormuştu o zamanlar: “Oğlum sen kaç işte çalışıyorsun Allah aşkına?” Ben de beş diye savurdum kafadan. Ciddiye alarak, “hepsinden para kazanıyor musun oğlum” diye başka bir soru daha yapıştırmıştı yüzüme. Sanırım üzmüştüm onu. Birinden kazanıyorum, diğer dördüne harcıyorum anne, demiştim çünkü. Tam değilse de bir biçimiyle doğruydu anneme verdiğim bu cevap.

Hayatımı yararlı olmaya adadım. Başkalarına yararlı olmaya… Varlığımdan ötürü birileri yaşamın güzelliğini keşfetmeli, kendisinin önemli olduğunu hissetmeliydi. İnsanlığı ilgilendiren bir değişimin, bir dönüşümün veya bir ümidin içinde olmalıydım her daim. Yaşadığım yerlerde edebiyata, sanata, kültüre, barış ve kardeşlik ilişkilerine katkı vermeliydim. Çünkü insana inanıyordum. Kendime de çok emeğim oldu. Ama kendimi ihmal etmek pahasına böyle yaşadım. Böyle yaşadığım bilindiği halde birileri küçücük çıkarlarına, edindikleri kendince saltanatlarına zarar vereceğim korkusu yaşadı. Yani benden yanlış anlamlar çıkardı. Canımı fena halde yakmıştır bu durum. Böyle bir algıya neden olduğumu düşünerek kendimi önemsiz hissettiğim bile olmuştur. Oysa kimsenin parasında pulunda, gözüm yok. İktidarın hangi biçimi olursa olsun bana göre değil. Benim zirvem insanların arasında olmaktır, sıcak ve içten olmaktır. Onlara yakın olmak, onlardan biri olmak, onlardan farklı biri olmaktır. İnsandan, doğadan ve gelecekten yana olmaktır. Hiçbir şey beceremesem tek başıma şiir kokmaktır…

İnsan kendisi için kâfi geleni istese belki de istediği şeyin küçük bir parçası yetecektir ona. Ama böyle olmayınca hiçbir karar tutmuyor. Kendi sıkıntılarının ve sorunlarının canını yakması bir yana başkalarında gördüğü küçük sevinçler, mutluluklar, iyilikler de canını yakmaya başlıyor. Mutsuzluğunu artırmış oluyor böylece. Buna tanık oldum ben. Bende gördüğü küçük iyilikten rahatsız olan, acı çekenlerle karşılaştım birkaç kez. Onlara da yardımcı olmaya çalıştım ama başarıp başaramadığımdan emin değilim. Oysaki bendeki bu küçük iyiliği bile yalnızca kendim için istememiştim. Masallardan kalma bir alışkanlık belki de. Ve ben bu yüzden, erdemli olmaya inanırım. Ama kazanılması gereken bir şeydir erdem. O, insanın ruhuna kötülük gibi, kendiliğinden ve gizlice girmez… Birisine zarar vermem ya da birisinin bana zarar vermesi gibi bir ikilem karşısında tercih yapmak zorunda bırakılırsam ikincisini seçerim. Çünkü başkalarına zarar vermeyi benim vicdanım kaldırmaz.

İlkokuldayken herkesin kolayca dövebildiği bir arkadaşıma nasıl bir gafletse ben de kalem batırmıştım. Ona yaşattığım acı anında bana geçmişti. O günün akşamı çok ödevim olduğu halde her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca ondan özür dilemeyi amaçlayan bir şiir karalamaya çalıştım. İlk şiirimdir o. O gün bugündür de şiir yazarım. Başkalarını hissettiğim, başkalarının acılarına ortak olduğum sürece insan sayarım kendimi. Şiirden öğrendiğim de budur.

12 Eylül öncesi evim kurşunlandı, birkaç kez kendileri gibi düşünmediğim kişiler tarafından tehdit edildim. Annemi, beni neden doğurdu diye yerlerde sürüklediler. Onlara bunu yaptıran inandıklarıydı şüphesiz. Keşke onlara bir yardımım dokunsaydı. O sıralar kendimi koruma amacıyla bir silah edindim. Bir akşamüstü atış talimi yapmak için ormana gidişimi hiç unutamam… Öyle ya silah taşımak yetmiyor ki bir de onu kullanmak gerekliydi. Gövdesine nişan aldığım ağacın dallarında yuvalanan ne kadar kuş varsa, hepsinin birden akşam karanlığında ne yöne, nereye gideceklerini bilmeden uçuşmaya başlaması nasıl bir acıdır bende kimse bilemez. Yönsüz ve yersiz bırakmıştım onları… Silah o anda benim için bitmişti… O gün bugündür kuşların çekinerek uçmayacağı ve çekinerek ötmeyeceği bir dünyadır savunduğum. Şiddet karşıtıyım. Dil, din, düşünce farkı gözetmem insanlar arasında. Evet, başka türlü bir dünyaya inanırım bu yüzden: Yolsuzluğun, yoksulluğun, haksızlığın, ötekileştirilmenin ve şiddetin olmadığı bir dünyaya… Hem de bir aşk gibi yaşarım bu inancımı… İnsanlarla ilişki kurarken mezun olduğum en yüksek okul olan annemin şu sözünü asla yanımdan ayırmam: “Taş bile yumuşar oğul, yeter ki sen kaskatı olma!”

Biliyorum bu sistemin defolusuyum ben. Kimseyi aşağılayamam, kimseye şiddet uygulayamam. Emretme ve itaat etme ilişkilerinde yokum… Hiçbir inanca, hiçbir düşünceye veya ideolojiye tam olarak bağlı da değilim. Etnik köken vs saçma gelir bana. Çok düşündüm üstünde, başkalarını üzecek birincilikler de bana göre değil… Kırmızı çizgilerim de var elbette: Her şeyi bildiğini sananlara, haset insanlara, kurnazlara, bencillere, hiçbir şeye karışmamayı marifet sananlara da kesinlikle pirim vermem. Ama kırmadan ve dağıtmadan yaparım bunu da. İnsanın öncelikle kendisi için devrim olması gerektiğine inanırım. Sorgulanmayan bir hayatın yaşamaya değemez olduğuna da inanırım.

Kendimle konuşurum, gerekirse kendimi kendime tanık göstererek cezalandırırım da… İnsan olmak için bütün bunların yetersizliğinin de farkındayım.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!