Bilim,  Çocuk Gündemi,  Deneme,  Ekoloji,  Güncel - Aktüalite,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Toplum

Dünya Barış Günü’nde Coğrafya ve Çevreye Dost Bir Barış Kültürünün Geliştirilmesi Olanaklı mıdır?

Birleşmiş Milletler’in (BM) 2024 Uluslararası Barış Günü temasının, “Barış Kültürünü Geliştirmek” olarak belirlendiğini görüyoruz. Bana göre, hükümetleri, uluslararası toplumu ve sivil toplumu, açlık, yoksulluk, sömürü, zorunlu insan hareketleri, çevresel ve iklimsel göçler, ırkçılık ve ırk ayrımcılığının olmadığı bir Dünya için çalışmaya çağıran bir konu bu ve bu açıdan bakıldığında doğrudan barışla ilgili. Sevgi, anlayış, dayanışma ve empatinin şüphe ve nefreti yendiği bir Dünya’ya, gerçekten gurur duyabileceğimiz bir Dünya’ya dair! Neden? Eğer bu sorunlar varsa ve üstesinden gelinemiyorsa, ne küresel, bölgesel, ülkesel ve toplumsal barıştan ne de barış kültürünün geliştirilmesinden söz edebiliriz.

Bu makale, Türkiye Yazarlar Sendikası Çanakkale Temsilciliğin 1 Eylül 2022 günü gerçekleştirdiği 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliğinde yapmış olduğum “Barış ve Doğa” konulu konuşmanın güncelleştirilmiş bir şekli. O gün yaptığım konuşma, genel olarak bu makalenin çerçevesindeydi ve Dünya Barış Gününde “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” idi. Bu makalenin amacı da ‘Barış Kültürünü Geliştirmek’ ana temasının bilimsel, politik, etik ve uluslararası iklim ve çevre diplomasisi ve BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında kısa bir eleştirel bireşimini yapmak ve bazı genel çözüm önerilerinde bulunmak şeklinde özetlenebilir.

Doğa Bizim Yaşam Destek Sistemimizdir

Öncelikle şu gerçekleri hemen vurgulamak istiyorum: Son yıllara değin bilim daha önce hiç bu kadar net ve uyarıcı olmadığı gibi, farkındalık da hiç bu kadar büyük olmadı. Çok yönlü, çok sektörlü, çok paydaşlı, katılımcı ve güçlü bir küresel, bölgesel ve ülkesel kararlı bir eylem zamanı çoktan geldi, hatta doğayla barışa ilişkin pek çok alanda ve konuda (örneğin, iklim sisteminin, hassas ekosistemlerin, okyanusların ve biyoçeşitliliğin korunması, vb.) harekete geçilmesinde çok geç kalındı.

Doğa yaşam destek sistemimizdir. Soluduğumuz temiz havadan içtiğimiz temiz suya kadar doğa, hayatta kalmamız ve refahımız (gönenç) için güvendiğimiz temelleri sağlar. Geçim kaynaklarımız ve ekonomik etkinliklerimizin çoğu aynı zamanda ‘doğal Dünya’ya’ da bağlı olduğu için gönencimizin anahtarını da elinde tutuyor. Evet her şey para değil, ekonomik büyüme ve kalkınma değil, ama bunu söylemek zorundayız: Doğa’nın yılda yaklaşık 125 trilyon ABD doları değerinde olduğu kestirilen insanlığa yönelik muazzam katkısı, ancak zengin bir vahşi yaşam çeşitliliğini sürdürürsek ve doğayla barışık sürdürülebilir bir yaşamla olanaklı olabilir.

Barış için “Doğayla Barış İçinde Yaşamak” ne anlama geliyor? Bunun için “Ne Yapmalı?”

İnsanlık doğaya savaş açıyor. Bu anlamsız ve intihara eğilimli bir yol! Barış’ın hiçbir biçemiyle ilgisi, anlaşılır bir yanı yok. Doğanın aleyhine yönelik pervasızlığımızın sonuçları, insan toplumlarının, özellikle yoksulların ve emekçi sınıfların ıstırabında, artan ekonomik kayıplarda ve Dünya’daki yaşamın hızlanan bozulmasında ya da kaybında zaten belirgindir.

Doğayla savaşımızı sona erdirmek, insanın zor kazanılmış ilerleme ve gelişmesinden vazgeçmek anlamına gelmez. Daha yoksul ülkelerin, toplumların ve insanların daha iyi yaşam standartlarının keyfini çıkarma konusundaki haklı isteklerini de ortadan kaldırmaz. Aksine, doğayla barışmak, sağlığını güvence altına almak ve sağladığı kritik ve gerçek değeri tam bilinmeyen yarar ve katkılar üzerine kurmak, herkes için barış içinde gönençli ve sürdürülebilir bir geleceğin anahtarıdır.

COVID-19 pandemisinin yol açtığı küresel krizin ve yaşanan büyük acıların ortasında, doğa riskleriyle olan ilişkimizi acilen dönüştürme gereksinimi hala gözden kaçırılıyor. Genel olarak değerli hayatları ve geçim kaynaklarını korumak ve kurtarmak en büyük önceliğimiz olmuştur. Ancak pandemi, insanlığın savunmasızlığını ortaya çıkararak 2022’nin ve sonrasının daha sürdürülebilir ve kapsayıcı bir Yerküre’ye doğru bir dönüm noktası olmasına da yardımcı olabilir. Bu elimizde, doğayla barış ve küresel barış için…

Barış Kültürünü Oluşturma ve Direngenlik Gücü Hala Elimizde!

Binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları (örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, IPCC; Dünya Meteoroloji Örgütü, WMO ve Dünya Sağlık Örgütü, WHO’nun), iklim değişikliği ivediliğinin, biyolojik çeşitlilik krizinin ve her yıl milyonlarca insanı öldüren çevresel kirliliğin etkilerini ve tehditlerini gösteren en son bilimsel kanıtları bir araya getirerek, doğaya karşı savaşımızın Yerküre’yi hızla bozduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ama aynı zamanda bir barış planı ve doğaya karşı sürdürülen insan merkezli bu yıkıcı savaş sonrasında yeniden inşa programı sunarak, bizi daha güvenli bir yere yönlendiriyor. Doğayı nasıl gördüğümüzü ve bakış açımızı değiştirerek, onun gerçek değerini anlayabiliriz. Bu değeri sosyal ve kamucu politikalara, planlara ve ekonomik sistemlere yansıtarak, yatırımları doğayı restore eden ve karşılığını alan etkinliklere yönlendirebiliriz. Dahası, doğayı vazgeçilmez bir müttefik olarak kabul ederek, doğaya saygılı sosyal ve kamucu sürdürülebilirliğin hizmetinde insan yaratıcılığını açığa çıkarabilir ve gezegenin yanı sıra kendi sağlığımızı ve refahımızı güvence altına alabiliriz. Küresel, bölgesel, ülkesel ve yöresel hatta yerel barışı korumak ve sürdürmek için doğayla barışmak ve yaygın bir barış kültürü oluşturmak, önümüzdeki on yılların belirleyici en önemli gündemi ve en yaşamsal görevidir.

Değişimi hızlandırmak için, COVID-19 pandemisi ve iklim değişikliği krizi ile Rusya-Ukrayna savaşının sonuçları ve bağlantılı olumsuz etkileriyle çakışan enerji ve gıda krizlerinin sunduğu ‘fırsatı’ ya da ‘çoktan almış olmamız gereken dersleri’ değerlendirmeliyiz.

Son yıllardaki hükümetlerarası ve bölgesel politik ve diplomatik ilerlemeler, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik, çölleşme ve okyanuslar konuları dahil olmak üzere, birçok önemli uluslararası ve BM konferansında alınan kararlar (örneğin BMİDÇS Paris Antlaşması, Glasgow İklim Paktı vb.), daha iyi toparlanma ve iklim değişikliği krizini ele alma konusundaki kararlılığı ve eylemi artırma fırsatı sunuyor. Temel hedefimiz, bilimin ışığında, net sıfır karbon salımı için küresel bir anlayış ve değerler ortaklığı oluşturmak olmalıdır. Dünyadaki her ülke, şehir, finans kurumu, iş dünyası ve şirket tarafından benimsenirse, 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşma hedefi, iklim değişikliğinin en kötü etkilerini (kötümser iklim değişikliği senaryolarının en olumsuz sonuçlarını) yine de önleyebilir.

Gıdamızı nasıl ürettiğimiz ve suyumuzu, toprağımızı ve okyanuslarımızı nasıl yönettiğimizi içermek üzere diğer sistemleri dönüştürmek için de benzer bir ivedilik ve hırs gerekiyor. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin, yoksul toplumsal sınıfların ve emekçilerin çevresel bozulmayı ve olumsuz etkilerini gidermek için artık daha fazla desteğe ve yardıma gereksinimi var. Ancak o zaman, 2030 yılına kadar BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarına, örneğin “İklim Eylemi’nin” hızlandırılması/güçlendirilmesi ve küresel düzeyde “Sıfır Açlığa” ulaşma yolunda ilerleyebiliriz.

Yine binlerce bilimsel çalışma ve BM raporları, ötekilerin yanı sıra, iklim ve çevre göçlerine de yol açarak barışı bozan, barış kültürünün gelişmesine engel olarak yerel ve ülkesel milliyetçiliği şiddetlendiren, Dünya üzerindeki, doğa üzerindeki olumsuz hatta yıkıcı etkimizi dönüştürme yeteneğine sahip olduğumuzu gösteriyor. Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler ve doğa temelli çözümler tarafından yönlendirilen sosyal ve kamucu sürdürülebilir bir ekonomi, yeni iş olanakları, daha temiz altyapı ve dayanıklı bir gelecek yaratacaktır. Doğayla barışık, kapsayıcı bir Dünya, insanların daha sağlıklı yaşamalarını ve insan haklarına tam saygı gösterilmesini sağlayarak sağlıklı bir gezegende barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabilmelerinin önünü açabilir.

Başlıca Tartışma Konuları

Çevresel değişiklikler ve doğanın bozulması, şiddetli hava ve iklim olayları ve afetlerinden etkilenebilirlikleri yüksek yoksul ülkelerden gelişmiş refah ülkelerine yönelik yaygın çevre ve iklim göçleri, büyük ekonomik maliyetlere, toplumsal huzursuzluk ve kargaşaya ve her yıl milyonlarca erken ölüme neden olarak, zor kazanılan toplumsal ilerleme ve gelişme kazanımlarını baltalıyor. Dahası bu kazanımların yitirilmesi, yoksulluğu ve açlığı sona erdirme, eşitsizlikleri azaltma ve giderme, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ekonomik gelişmeyi teşvik etme, herkes için onurlu bir çalışma yaşamı ile barışçıl ve kapsayıcı bir topluma ulaşmayı hedefleyen sosyal ilerlemeyi engelliyor.

İklimsel afet ve göçe dair küresel tablonun oldukça karanlık ve karmaşık olmasının yanı sıra, dünyanın sosyal, ekonomik ve politik atmosferi de pek parlak değil. Ekonomik, siyasi ve kültürel olarak gittikçe kutuplaşan ve ayrışan bir dönemden geçiyoruz. İnsan kaynaklı (antropojen) küresel sera gazı artışından sorumlu gelişmiş büyük kapitalist ülkelerde ve dünyanın daha az gelişmiş bazı ülkelerindeki iş dünyası, büyük sermayedarlar ve sermaye gurupları, Yerküre kaynaklarının önemli bir kısmını sömürüp tüketirken, küresel ölçekte yaşanan çevre sorunlarının ve kirliliğinin de baş sorumlusudur. Ucuz emek sömürüsü ve doğanın talanı üzerine kurulan bu neoliberal politik ekonomi ve üretim biçimi, insanlığa karşı zaten çok pervasız ve acımasız olan bu azınlık gruplarını daha da zenginleştirirken, dünyanın geri kalan büyük nüfuslarını sefalete sürüklemektedir. Bu düzenin yeni biçimini temsil eden bazı Çok Uluslu Şirketler’in toplam mal varlığı, az gelişmiş ve yoksul onlarca ülkenin gelirini geride bırakmaktadır. Örneğin, Microsoft (3.1 trilyon $), Apple (2.9 trilyon $), Alphabet (2.1 trilyon $), Amazon (1.9 trilyon $) ve Oil Company (1.9 trilyon $) gibi dünya devi şirketlerin piyasa değeri, dünyadaki birçok gelişmekte ve az gelişmiş olan ülkelerin toplam ekonomik hacmini geride bırakmaktadır.

Sermayenin ülke sınırları tanımayan küresel vahşi kapitalizmi (küreselleşme) ve neoliberal politika ve uygulamaları, tüm siyasi, iktisadi ve kültürel ayrımları daha da keskinleştirmiş hatta zıtlaştırmıştır. Ucuz insan emeği ve sömürü mekanizması üzerinden sürekli sermaye birikimi sağlayan bu yeni küresel sistem, insan kaynaklı iklim değişikliği ve küresel ısınmanın da başlıca sorumlularındandır. Zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün artarken, siyasi ve iktisadi karar ve uygulamalar fakir ve orta sınıfların, kentsel ve kırsal emekçilerin aleyhine doğru işlemektedir. Tüm bu olumsuz gelişmelerin de katkısıyla, bugün insanlık, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş şiddette ve büyüklükte nüfus hareketleriyle karşı karşıyadır.

Günümüz gençliğinin ve gelecek nesillerin esenliği, mevcut çevresel bozulma eğilimlerinden acil ve net bir şekilde kopmasına bağlıdır. Örneğin, önümüzdeki on yıl çok önemli. Dünya toplumlarının, özellikle gelişmiş ülkelerin 2030 yılına kadar karbon dioksit (CO2) salımlarını 2010 düzeylerine kıyasla % 45 oranında azaltması ve küresel ısınmayı Paris Anlaşması’nda hedeflendiği gibi 1.5-2 °C ile sınırlamak için 2050 yılına kadar net sıfır salıma ulaşması, aynı zamanda ekosistemleri ve biyoçeşitliliği koruyup eski haline getirmesi, kirliliği, aşırı ve lüks tüketimi ve israfı en aza indirgemesi gerekiyor.

Başta iklim değişikliği gelmek üzere afetlere direngen ve uyum kapasitesi yüksek sosyal ve kamucu bir sürdürülebilir ilerlemeyi sağlamak için, Dünya’nın çevresel acil durumları ve insan refahı birlikte ele alınmalıdır. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), Biyoçeşitlilik Sözleşmesi vb. kilit küresel çevre antlaşmaları kapsamındaki amaçların, hedeflerin, yasal yükümlülüklerin ve düzeneklerin geliştirilmesi ve bunların uygulanmasının daha sinerjik ve etkili olması için daha uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.

Var olan ekonomik, finansal ve üretken sistemler, sosyal ve kamucu bir sürdürülebilirliğe geçişe ve ilerlemeye öncülük etmek ve güç sağlamak için dönüştürülebilir, dönüştürülmelidir de. Bu kapsamda, toplumun karar verme sürecine -bilim temelli korumacı ve sürdürülebilir yaklaşımlarla yönetmek koşuluyla- doğanın zenginliğini de dahil etmesi, çevreye ve doğaya zararlı sübvansiyonları ortadan kaldırması ve sürdürülebilir bir geleceğe geçişe yatırım yapması gerekiyor.

İnsan aklının, bilgisinin, becerisinin, bilim ve teknolojisinin ve işbirliğinin, doğayı dönüştürmekten vazgeçerek, insanın doğayla ilişkisini dönüştürmek için yeniden kullanılmasının sağlanmasında herkesin oynayacağı bir rol vardır. Sosyal ve kamucu merkezi bir yönetişim, insanların kendilerini özgürce ve doğru ifade etmelerini ve daha fazla bireysel özveride bulunmak zorunda kalmadan çevreye karşı bilinçli ve sorumlu bir şekilde harekete geçmelerini sağlamanın anahtarıdır.

Kısaca; mevcut vahşi kapitalist, küreselleşmeci neoliberal kalkınma anlayışı ve deseni, insanın doğayla barışını ve genel olarak barış kültürünün gelişimini ve toplumsal ilerlemeyi zayıflatarak, Dünya’nın insan refahını sürdürmek için sınırlı, ancak insan ve etkinlikleri olmasa uzun sürelerde dengede olan kapasitesini daha da azaltıyor

2024 Yılında Beslenme ve Barınma İnsanın En Önemli Sorunu

İnsan refahı, kritik olarak Dünya’nın doğal sistemlerine bağlıdır. Bugüne değin ekonomik, sosyal ve teknolojik ilerlemeler, Dünya’nın mevcut ve gelecekteki insan gönencini sürdürme kapasitesi pahasına gerçekleşti. İnsan gönenci, Dünya’daki tüm yaşam için mevcut olan sınırlı alan, kaynak ve doğal varlıkların akıllıca kullanılması ya da yönetilmesinin yanı sıra yaşamı destekleyen süreçlerin restorasyonuna ve insan atıklarını emme yani giderme kapasitesine dayanır. Ancak, insan gönenci ile gelişmesi beklenen barış ve barışın kültürü, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla geriliyor. Bu nedenle çevresel bozulmanın yükü en ağır şekilde emekçiler, yoksullar ve etkilenebilirliği yüksek insanlar ve toplumsal kesimler üstünde ve bugünün gençleri ile gelecek nesiller için daha ağır etkiler yaratıyor.

Öte yandan, biliyoruz ki Dünya genelinde insanlar önceki nesillere göre daha uzun yaşıyor, daha eğitimli ve ortalama olarak daha fazla fırsata sahip. Ancak hem ülkeler arasında hem de ülkeler içinde zengin ve fakir arasındaki servet farkı, sınıflar arası uçurum ya da çelişkiler giderek büyüyor. Bir başka gerçek, ekonomik büyüme, toplumsal ilerleme ve yoksulluğun azaltılmasının, COVID-19 pandemisinden önce gelişmekte olan dünyada gerçekleşen düzeye hemen ulaşamayacak olmasıdır.

Buraya kadar kısaca tartıştığımız pek çok olumsuzluğun doğal bir sonucu olarak, Milattan Sonra 2024 yılında, diğerlerinin yanı sıra, “herkes için yeterli ve temiz su ve gıdaya erişim, sağlık ve barınma hakkı” ya da kısaca “beslenme” ve “barınma” insanın en büyük sorunu. Böyle bir dünyada barışın kurulması ve barış kültürünün geliştirilmesi ve/ya da sanatın öne çıkması ve geliştirilmesi, toplumsal ilerlemenin sağlanması hiç kolay olmayacaktır. Hepimizin temiz ve yeterli suya ve gıdaya ulaşması ve yemek yemesi gerekiyor. Ancak gıdayı üretme ve tüketme alışkanlık ve tarzımız, birçoğu hala açken gezegene baş etmesi olanaksız bir yük bindiriyor. Dahası Dünya nüfusunun bugün 7 milyardan 2050 yılına kadar 9 milyarın üzerine çıkmasıyla birlikte, gıda sistemimizin acilen değişmesi gerektiği çok açık.

Çok emin değilim ama, belki bu yazının sonundaki olası iyi haber şu olabilir: İnsan toplumlarını doğaya karşı değil, doğayla birlikte, doğaya uygun ve uyumlu şekilde sürdürebilmek için bazı önemli fırsatlardan da söz edebiliriz. İşleri (sosyal ve ekonomik ilerlemeyi, tarımı, toprak, su ve orman yönetimini, tüketim ve üretimi, gıda güvenliğini, şehirleşmeyi, vb.) farklı bir şekilde yaparsak, örneğin ormanların tarlalara dönüşmesini durdurabilir, bozulan coğrafyayı ve ekosistemleri onarabilir, nehirlerin kendi ilksel coğrafi yataklarında ve taşkın ovalarında ya da vadilerinde özgürce akmasını sağlayabilir, toprak verimliliğini eski haline getirebilir ve Dünya’daki biyoçeşitlilik kaybını tersine çevirebiliriz. Bunlarla bağlantılı olarak, şimdi ve gelecekte her insan için yeterli ve temiz su ve besleyici gıdanın bulunmasını sağlayabiliriz.

Gerçekteyse, yüksek ve orta gelirli ülkelerde ve toplumsal sınıflarda görülen ekonomik ilerlemenin çok azı en az gelişmiş ülkelere, yoksul toplumlara ve emekçi sınıflara yarar sağlamıştır. Yaklaşık 1.3 milyar insan yoksul ve yaklaşık 700 milyon insan aç durumda ve pandeminin ekonomik etkisi nedeniyle, her iki gösterge hala artıyor. Çevresel bozulma ve insanın doğayla barışının gecikmesi, dahası var olan savaşlar ve gerginlikler, zengin ve fakir herkesi etkiliyor ve ilgilendiriyor. Bununla birlikte, bu yük, kadınların günlük yaşamın tüm ayrıntısında (evden, çocuk ve hayvanların bakımı ve tarlaya ve su teminine kadar her türlü iş ve uğraşıda) genellikle aşırı temsil edildiği yoksul ve kırsal toplumlarda, düşük gelirli emekçi sınıflar ve afetlerden (örneğin, depremler, seller, su baskınları, fırtınalar, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları vb.) etkilenebilirlikleri görece ya da mutlak olarak daha yüksek olan toplumlarda daha görünür olmakta ve ağır basmaktadır.

Prof. Dr. Murat Türkeş

Siz de fikrinizi söyleyin!