Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Güzel Günler Düşleriydi Bizi Gerçek Kılan

Birimizin zar zor edinebildiği kitabı otuzumuzun kırkımızın dönerli şekilde okuduğu gençlik yılları.

Dünyaya karşıydık, dünyadan yanaydık.

Yalansız, yasaksız olsun istiyorduk her şey. Sömürüsüz bir dünya seyrediyorduk adeta birbirimizin bakışlarında.

Yeniden kuracaktık dünyayı.

Yurtseverlik, insan ve doğa severlik masmavi denizleriydi yüreğimizin.

Üstüne üstüne ölümün, üstüne üstüne fırsatçının, hainin…

Yaşamak hey en güzel şey der gibiydi uyanışımız her sabah, buluşmalarımız yaşamak hey, en güzel şey der gibi.

Kantinde birbirimize bir gazoz, bir limonata ısmarlayacak paramız olmazdı belki. Ama canımızı her an vermeye hazırdık birbirimize. Sahi ben 4 yıl okuduğum o okulun kantininde bir kez bile ne gazoz içebildim, ne de limonata. Hatta gizli gizli sevdiğim kız, başka bir şehirde bulunan okulundaki bir grup kız arkadaşıyla ziyarete geldikleri gün o kıza bir limonata bile ısmarlayamayacağım için okulu kırmıştım. Ama yine de güzel günler düşlerime iliştirdiğim yerdir Artvin Öğretmen Okulu ve o okulun kantini. Güzel günler düşlerime iliştirdiğim yerdir yine de o okul ilk kez gözaltına alındığım yer olsa da bir şiir yüzünden…

Mertliğimi, dürüstlüğümü, arkadaşlarıma bağlılığımı sınadığım yerdir Artvin Öğretmen Okulu. Ayakkabı boyacılığından ve hamallıktan kazandığım paramın tamamını arkadaşlarıma harcamaktan zerre kadar çekinmediğim kalmış aklımda. Karnım aç olduğu halde. Sinemaya gitmek istediğim halde.

Dünyaya nasıl gidileceğini, nereden gidileceğini öğrenmeye başladığım yerdir orası aynı zamanda. Orası güzel günlere bağlandığım yer 12 Eylül’de işkence haneye çevrilse ve öğretmen şair Enver Karagöz’ün sesi boğazına kaynar su dökülerek alınsa da bir daha güzel şiirler okumasın, insanların yüreğini havalandıran konuşmalar yapmasın diye.

Güzel öğretmenlerimiz vardı sahi, bizi gelecek günlerle tanıştıran. Bizi kitaplarla, bizi Aşık Veysellerle, bizi Nazımlarla, Ruhi Sularla, Mahsunilerle… Güzel öğretmenlerimiz Güner Yalçın gibi, Midayet Altun gibi, Cevriye Karaosmanoğlu gibi… Güzel arkadaşlarımız Ayhan Genç, Öner Pehlivan, Cengiz Yalçın, Öner Demirci, Mubin Torun gibi…

Bir insanın insan olduğu okurluğundan, duyarlılığından, yurt, insan ve doğa severliğinden belli olurdu o zamanlar.
Sonra her birimiz bir yere düştük. Birer tohum, birer fidan… Vay be tamı tamına 50 yıl geçmiş aradan.

Bugün güzel günler düşlerime iliştirdiğim o günlerden bir arkadaşla buluştuk Çanakkale’de… Fahrettin Özdemir’le…
Çocukluğumuz kıyımızdan geçti. Gençliğimiz mendil sallayıp geçti yanımızdan. Biz sustuk. Biz çok konuştuk, biz hiçbir şey konuşamadık.

Ayrılırken başka bir şey dilemeyi de beceremedik birbirimize kitaplarla bir dünya, yalansız, yasaksız ve sömürüsüz bir dünya dilemenin dışında. İnsan olmaktan başka hiçbir şey olmak istememişiz baktım ki. Baktım ki yıllar akıp gitmiş. Yüreğimizde izleri yılların… Saçımızın akında… Kırışıklığında alnımızın.

Güzel günler düşleriymiş meğer bizi gerçek kılan.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!