Edebiyat,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Şiir

İlk Edebi Mektubum

Gecikmiş Bir Mektup
Saygıdeğer Hayrettin Bey’e,

Bu satırları yazarken, kaleminizden dökülen her kelimenin ağırlığını yüreğimde hissediyorum. Acının ve hüznün ince dokusuyla örülmüş yazılarınız, ruhumuzun derinliklerine uzanan bir yolculuk sunuyor. Satırlarınızda kaybedilmiş zamanın, yitirilen umutların ve derin yaraların izlerini bulurken, umuda kapı aralamak isteyen bir çırpınışı da görüyorum. Hayatın acımasız yüzüyle yüzleşmiş bir insanın içsel çığlığını duyuyorum kelimelerinizde. Yaşanmışlığın yorgunluğunu ve içsel sancının yankısını hissediyorum her satırınızda. Yüreğimin derinliklerinde yankılanan acı ve hüznü sizin kelimelerinizin gücüyle de harmanlamaya çalışıyorum.

“Bazen bir kelime yeter, anlamak için bütün hikâyeyi,” demiştiniz bir yazınızda. “Her yara iz bırakır, ama bazı izler sadece kalpte görünür,” diyerek ifade ettiğiniz acılar, insanoğlunun en derin yaralarını, görünmez izlerini bizlere gösteriyor. Bu izler, sizin yazılarınızda hayat buluyor. Her bir kelimenin ardında saklanan duygular, insan olmanın özü ve varoluşun derin anlamı olarak bizlere yansıyor. “Yaşamak, zamanın bizi her an biraz daha yaşlandırdığı bir çabaydı,” diyorsunuz bir yazınızda ve başka bir yazınızda “Yaşlanmak, geçmişini sevdiklerinle paylaştığın ve geleceğinle hesaplaştığın bir süreçti,” diyorsunuz. Bu sözlerinizle, yaşamın kaçınılmaz akışını ve her anın değerini bilmemiz gerektiğini hatırlatıyorsunuz bize.

Hayatın sizi zorlaması, kaleminizi daha da güçlü kılmış. Acıyı ve hüznü dile getirseniz de, yazılarınızda yaşamın en çıplak, en gerçek hali var. Kaleminiz, sadece bir ifade aracı değil; ruhunuzun yansıması, iç dünyanızın manifestosu. Yaşadığınız her acıyı, satırlarınızda öylesine güçlü resmetmişsiniz ki, okuyucu olarak o anları sizinle birlikte yaşıyorum. “Başkalarının acılarına karşı duyarsız kalanlar kendi acılarıyla başa çıkamaz!” Her bir cümleniz, kalbimizin en derin köşelerine işleyen birer hançer misali, bizlere insan olmanın ne demek olduğunu gösteriyor. Yazılarınızda bir insanın kırılganlığı, hassasiyeti ve güçlü bir direnişi var. “Her yara iz bırakır, ama bazı izler sadece kalpte görünür,” demiştiniz bir başka yazınızda. Kalbinizin derinliklerinde biriken bu izler, yazılarınızda birer birer gün yüzüne çıkıyor. Bu izler, sizin yaşamınızın bir parçası, sizin hikayenizin sessiz tanıkları. Her bir satırınızda bu izlerin derinliğini, acısını ve bazen de iyileşme sürecini görüyorum.

Sizin yazılarınız sadece bir ağıt değil, aynı zamanda bir umut çağrısı. Acıdan doğan bir güç ve kararlılıkla, hayatın zorluklarına karşı koyma azmiyle dolu. Yazılarınız, hayatın bütün renklerini barındıran bir mozaik gibi; acının ve hüznün yanında, sevgi ve umut da var. “Her karanlık gecenin sonunda bir sabah vardır” derken olduğu gibi, umut dolu bir geleceği müjdelemekte. Hayatın zorlukları karşısında pes etmemeyi, her karanlığın sonunda bir ışık olduğunu hatırlatıyorsunuz bize. Bu ışık, sizin kelimelerinizde hayat buluyor, bizlere yol gösteriyor.

Şiirlerinizde, insan olmanın ne demek olduğunu, varoluşun anlamını ve hayatın en ince detaylarını buluyorum. “Yüreğimde bir iz bırakır her dokunuş,” diye yazmışsınız bir şiirinizde. Bu dizeler, hayatın dokunuşlarının kalbimizde nasıl derin izler bıraktığını anlatıyor. “Gözyaşlarım, hüzünlü bir şarkının notaları gibi,” diyorsunuz başka bir şiirinizde. Bu dizeler, acının ve hüznün melodik bir ifade bulduğu şiirlerinizin yankısı. Sizin kelimelerinizde, gözyaşlarının ardındaki hikayeleri, hüzünlü bir şarkının notalarında buluyoruz. Her bir dize, kendi içsel çığlığımızı, kendi acılarımızı ve sevinçlerimizi bulduğumuz birer ayna oluyor. Şiirlerinizde geçen “Geceyi aydınlatan yıldızlar kadar yalnızız” ifadesi, insanoğlunun evrendeki yalnızlığını ve aynı zamanda birbirine olan bağlılığını ne güzel anlatıyor. Şiirlerinizde bu yalnızlık ve bağlılık temaları iç içe geçiyor, bizlere evrendeki yerimizi ve anlamımızı hatırlatıyor. Her bir yıldız, kendi başına parlayan bir ışık ama birlikte gökyüzünü aydınlatıyorlar ve her birimizde parlayan bir ışık yakıyor. “Her bahar bir umut, her kış bir sınavdır,” diye yazmışsınız. Bu dizeler, hayatın döngüselliğini ve her mevsimin getirdiği farklı duyguları özetliyor. Şiirlerinizde hayatın bu döngüleri, değişimleri ve zorlukları iç içe geçiyor. Her bahar, yeniden doğuşu, her kış, dayanıklılığımızı test ediyor. Sizin kelimelerinizle bu döngüyü hissediyor ve her anın değerini yeniden anlıyoruz.

Şiirlerinizdeki ve yazılarınızdaki hayaller, sadece birer düşten ibaret değil, onlar gerçeğin ötesinde birer yolculuk, ruhumuzun derinliklerine yapılan birer keşif, aynı zamanda edebiyatın kendisine de ilham veriyor. Şiirlerinizin bize öğrettiği bir diğer önemli şey de, hayal kurmanın sınır tanımadığıdır. Siz, bize hayallerimizin peşinden gitmenin ve onları gerçeğe dönüştürmenin mümkün olduğunu gösteriyorsunuz. Bu yüzden, yazdığınız her yeni şiir, bizim için birer rehber ve ilham kaynağı oluyor. Hayallerinizin güzelliği, bize gerçek dünyada karşılaştığımız zorlukların ötesine geçme cesareti veriyor. Şiirlerinizde bulduğumuz umut ve güzellik, en karanlık anlarda bile içimizde bir ışık yakıyor. Bu ışık, bizlere hayatta kalmanın, sevmenin ve hayal etmenin ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor.

Kaz Dağlarında yapılan orman katliamına yazdığınız şiir kitabı “Dağlara Çıkan Piyano”dan da size seslenmek istiyorum. Çünkü orman kıyımlarına karşı duyduğunuz bu derin üzüntü, bizleri de harekete geçmeye ve doğayı korumak için çaba göstermeye teşvik ediyor. “Kaçan ormanlar gibi yorgunum şimdi / kendini söndürmeye kalkan evler gibi kül,” dizelerinizdeki acı ve sözlerinizin gücü, sadece doğaya olan sevginizi değil, aynı zamanda bu yıkıma karşı duyduğunuz acıyı, çaresizliği ve öfkeyi de bizlere aktarıyor. “Bir çakıl olsam / yatağını değiştirebilir miyim / nerde bir yangın görsem / söndürebilir miyim diye / bir ırmakla akıp durdum uzun süre,” dizelerinizdeki insan eliyle gerçekleştirilen tahribatlara karşı umut arayışınızı dile getirişiniz ve çaresizliğiniz, çaresizliğimizin acısını da iletiyor. Kitabınızdaki her bir dize, doğanın çığlığına dönüşüyor ve bizlere bu yıkımın ne kadar derin ve geri dönülmez olduğunu hatırlatıyor. Ormanların yok oluşuna karşı duyduğunuz üzüntü, bizim de yüreğimizde yankılanıyor ve bizleri bu konuda daha bilinçli ve duyarlı olmaya davet ediyor. Şiirlerinizde ifade ettiğiniz doğa sevgisi, bize bu dünyaya ne kadar bağlı olduğumuzu ve doğayı korumanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sözleriniz, sadece birer şiir değil; aynı zamanda birer farkındalık çağrısıdır. Siz, kelimelerinizle doğanın koruyucusu oluyor, bizlere doğayı koruma ve sevme sorumluluğunu hatırlatıyorsunuz. Ormanların yok olmasına karşı verdiğiniz bu edebi mücadelede yalnız olmadığınızı bilmenizi isterim. Sözlerinizin gücüyle bizleri bir araya getiriyor ve hep birlikte doğa için daha iyi bir gelecek için çalışmaya davet ediyorsunuz. Şiirlerinizin, bu dünyaya daha fazla sevgi, saygı ve duyarlılık getirmesini ümit ediyorum. Kaz Dağları’na Savunma yazabilen bir şaire en iyi daha nasıl yazılır bilmiyorum inanın! Heybemde anlatmaya yeter kelimem az.

Birçok sözünüzle insanın varoluşsal mücadelesini ve toplumsal sorumluluklarını derinlemesine irdeleyen, içsel bir yolculuğa davet eden güçlü ifadeler kullanıyorsunuz. Her biri, insanın kimlik arayışı, toplumsal bilinç, zaman ve hatıralar arasında kurulan karmaşık ilişkilere dair farklı perspektifler sunuyor. “Senin ayrım noktan sendin. Hem herkesten biri oldun, hem herkesten farklı. Üstelik sen yollara yazgılıydın. Yolun kendisine… Bu yüzden birçok yalnızlık edindin.” Bu sözler, bireyin kendini keşfetme sürecindeki içsel çelişkilerini ve yalnızlığını ifade ediyor. Kişi, hem toplumun bir parçası olma arzusu hem de özgün kimliğini koruma çabası arasında gidip gelir. Yol, burada hem fiziksel bir hareketliliği hem de içsel bir yolculuğu temsil eder. Kişinin yalnızlığı, bu yolculuğun kaçınılmaz bir yan ürünü olarak belirir; çünkü kendine ve yoluna sadık kalmak, bazen diğerlerinden kopmayı gerektirir. “Sık sık başa dön. Kendini ve geleceği anımsa. Çocukluğuna yaklaşmaktan çekinme. Yabancısı olduğun kentler listesinden sor nerde olduğunu, nerelerde yaşadığını, neler yaşadığını…” Bu ifade, bireyin kimliğinin köklerine dönme ve geçmişiyle hesaplaşma çağrısıdır. Çocukluğa dönüş, saflık ve masumiyetle yeniden bağ kurmayı ima ederken, yabancı kentler ise kişinin zaman içinde kaybolan ya da değişen yönlerini temsil eder. Geçmişi ve kökleri unutmadan, bireyin nereden geldiğini, kim olduğunu ve nereye gittiğini sorgulaması gerektiğini vurgular. “Dünyada bunca olup bitenden sonra neleri yeniden yaşamamamız ve neleri yeniden yapmamamız gerektiği konusunda ders alınmış olsaydı, insanlığın bilinç çıtası nerede olurdu? İnsanlığın bir arada yaşama bilinci başlangıç noktasının ne kadar sağında?” Bu alıntı, tarihin tekrarlanan hatalarından ders alınması gerektiğine dair derin bir sorgulamadır. İnsanlığın gelişiminde öğrenilen dersler, toplumsal bilinç ve etik değerler üzerinde ne kadar etkili oldu? Bu soru, bireyi ve toplumu, geçmişteki hatalarla yüzleşmeye ve aynı hataların tekrarlanmaması için bilinçli bir çaba göstermeye çağırır. “İnsan ne kadar insan? Ya da insan neresi?” Bu sorular öğretmenim, insanlığın tanımını ve özünü sorgular. İnsan olmanın anlamı nedir? İnsanı insan yapan nedir? Biyolojik varoluş mu, etik ve ahlaki değerler mi, yoksa bu değerlerin nereye kök saldığı mı? İnsanlık, yalnızca fiziksel bir varoluştan ibaret değil; bu varoluşun içeriği, onu anlamlı ve değerli kılan şeydir. “Sen ne dersen de geçmiş bir ışıldak / tren farları gibi aydınlatmak için önümüzü / çünkü yarını yapmaktır şimdinin görevi.” Geçmişin, geleceği aydınlatan bir rehber olduğu fikri burada öne çıkar. Geçmiş, bir ışık gibi önümüzü aydınlatır, bugünü ve yarını şekillendirir. Şimdinin görevi, bu ışığın rehberliğinde geleceği inşa etmektir. Bu, sorumluluk ve bilinçle hareket etmenin önemini vurgular. Bu sözler, derin düşünceler ve sorgulamalarla dolu; bireysel ve toplumsal bilinç, geçmişle hesaplaşma ve geleceği inşa etme üzerine yoğunlaşan edebi bir bakış açısını yansıtıyor. Bu seslenişiniz, okuyucuya kendi yaşamını, sorumluluklarını ve insanlık halini yeniden düşünmeye teşvik ediyor, öğretmenim.

Canım öğretmenim, şiir halinde yaşayan bir adamın dünyaya nereden gidileceğini gösteren yolculuğunu takip ediyorum sizinle. Bu mektubu size, yazdıklarınızla bizlerle paylaştığınız güzel hayaller ve derin duygular için teşekkür etmek ve onların hayatımızdaki değerini ifade etmek için de kaleme aldım. Kaleminizle dile gelen duygularınız, birçok insana ilham veriyor. Kurduğunuz cümlelerde yankı bulan acılar, okuyucuların yüreklerine dokunuyor ve onlara güç veriyor. Kelimeleriniz, karanlıkta bir ışık gibi yol gösterici oluyor. Yazılarınızdaki derinlik ve samimiyet, insan olmanın anlamını bir kez daha hatırlatıyor. Acının ve sevginin, hüznün ve umudun iç içe geçtiği bu hayat yolculuğunda, kaleminiz bizlere rehberlik ediyor. Aynı dönemde yaşamış olmaktan ve yazılarınızı okuyabilme şansına sahip olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Kaleminiz hiç susmasın, yüreğinizden geçenler hep satırlara dökülsün. Yazmaya devam etmeniz, yalnızca edebiyat dünyasına değil, tüm insanlığa büyük bir katkıdır. Dizelerinizin gücünün ve etkisinin asla azalmasını dilememekle birlikte, her yeni eserde daha da parlayan bir ışık olarak kalmanızı temenni ediyorum. Lütfen hayallerinizi bizimle paylaşmaya devam edin. Siz yazdıkça, biz de sizinle birlikte hayal kurmaya ve bu hayalleri yaşamaya devam edeceğiz.

Kaleminizin bize gösterdiği yolda, sizin kelimelerinizde bulduğumuz ışıkla yürümeye devam edeceğiz.

Saygılarımla.

İlkay

***

Öğretmenliğin kitabını yaşamıyla yazan Hayrettin Öğretmenimin,
Genç Bir Arkadaşa Mektup yazısına paragraf paragraf yanıtla bir mektup…

Canım Öğretmenim,

Gecikmiş bir mektubun özrüyle ve gökyüzünde özgürce süzülen kuşların hayaliyle başladığınız satırlarınız, içimde derin yankılar uyandırdı. İhtiyarlıktan bahsetmişsiniz, oysa hala taze, canlı yazıyorsunuz.  Düşbazlığınızsa, bu mektubun her bir kelimesinde hissettiğim gibi, yaşamın derinliklerinde yolculuk eden bir ruhun işaretidir. İç dökmenizin kıymetini bilerek (iç dökmenin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez de sizin mektubunuzla anladım) bu düşünsel yolculuğa eşlik etmekten onur duydum.

Şiir ve yaşamın iç içe geçtiği, bilinenin ötesinde yeni dünyalara açılan kapılar aralama çabası, gerçekten de bir kaçış ya da çıkış yolu olabilir. Bu konuları sizinle konuşmak ve düşüncelerinizde tanıklık etmek, benim için de büyük bir zenginliktir. İç dünyanızın derinliklerine yaptığınız bu yolculuğun, aynı zamanda benim de kendi içsel yolculuğuma rehberlik edeceğine inanıyorum.

Kendini arayış ve bulma yolculuğunuzun sizi nasıl bir yolcuya dönüştürdüğünü ve bu arayışın size kattığı derin anlamı çok iyi anlıyorum. Zorlu bir yolun yolcusu olmak, takdir edilmesi gereken bir cesaret ve azim gerektirir. Bu cesaretiniz ve azminiz, sizin karakterinizin ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesidir.

Sokakta duyulan bir gül ıslığıyla sonsuz azınlıklara karışmanın, kitapların arkasına saklanıp dünyaya karşı çıkmanın ruhunuza nasıl iyi geldiğini ifade etmeniz, beni de bu düşüncelere ortak etti (ki bu ifadeler aynı zamanda ruhunuzun özgürlüğünü arayışınızın da ifadesidir). Kitapların ve sokakların dünyasında kaybolmak, ruhun özgürlüğüne bir kapı aralamak gerçekten de eşsiz bir deneyimdir.

Aldığınız yaraların ve bu yaraların size kattığı değeri çok iyi anlıyorum. Zoru seçmenin, şiire sığınmanın ve düşlerinizi yorumlamanın sizin için ne anlama geldiğini hissediyorum. Şiirleriniz acıların bir sızısı, sevinçli ve umutlu bir şarkıya dönüşerek mutluluğun tadına dokunma çabasıdır belki de.

Kendi kendinize sorduğunuz soruların derinliği beni de düşündürdü. Şairin ve şiirin varoluşsal soruları, vicdanın, itaatsizliğin ve dünyanın kirletilmişliği karşısındaki duruşunu irdelemek, gerçekten de önemli bir sorgulamadır. Bu soruların cevabını bulmak zor olsa da, bu soruları sorabilmek ve bunlar üzerine düşünebilmek bile eşsiz bir adım.

Şiir yazmasak ne yaparız sorusu beni de derinden etkiledi. Kuşların, böceklerin, çiçeklerin imdadına koşmak, acıları dindirmek ve doğayı korumak için şiirin ne kadar önemli olduğunu sayenizde anlıyorum. Şiirin, acılar karşısında direnişimizin bir aracı olması, şiir yazmanın anlamını daha da derinleştirir.

Bir şiirin savaşa karşı çıkıp çıkamayacağı sorusu, insanın derinliklerinden gelen bir sorudur. Külden bir kent gibi susmak yerine, bu soruya şiirle cevap vermenin sorumluluğuyla dile geldiğinizin farkındayım (bazen sözlerimizi en çok kendimize kullanmaz mıyız). Sözlerinizin gücüyle savaşın ve acının karşısında durabilmek size has başarı olabilir ancak.

Bazen kelimeler birleşmiyor ve barışmıyor, bu yüzden; güzel bir cümle kuramıyorum, küs olduğum kelimelerden suskunluğum artmıştı hayli zaman önce. Bazen kendimize küsecek kadar zengin hissetme yanılgımız mı var, öğretmenim ne dersiniz?  Sözcüklerin huysuzluğunun sebebinde kullanılmamak istenmeleri yatmıyor mu, sözcükler boğar bazen insanı. Nasıl her şeyi tek bir yutkunmada içimize hapsediyor ve kendimizi zapt ediyorsak öyle kabullenmekte zorlanıyoruz zor şeyleri. Ustanın “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” sözüne tutunmak gerçekten de önemli.

Şiirle insan arasındaki bağı düşündüğünüzde, şiirin insana duygu, düş ve duyarlık kattığını ve bu duygularla beslenmesi gerektiğini ne güzel ifade etmişsiniz. Gülüşlerle sulanan dizeler, yaşanmamış aşkların ve kurulmamış dünyaların özlemi, şiirin ruhudur.

Şiir sayesinde kendinizi keşfetmenin ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Başkalarının acılarına kayıtsız kalmamak, verili olanla yetinmemek, şiirin size kattığı en değerli şeylerden biri olmalıdır. Şiir yazmak, insanı kendine ve başkalarına açar, bu nedenle şiire olan borcumuzu asla unutmamalıyız.

“Nasıl bir şiir yazmalı ki doğrulsun insan?” sorusuna birlikte cevap aramak, düşe kalka yolları adımlamak ve şiirle geleceğe sağlam halkalar atmak için hep birlikte çalışmalıyız. Geleceğe iyi duygular taşıyan şiirler okumak, dünyayı koklamak ve yaşadıklarımızı anlamlandırmak için şiire sarılmalıyız.

Yaşlandıkça şiirle yenilenmek, dünyanın kabuk değiştirmesine tanıklık etmek ne güzel bir yolculuktur. Taşlardaki sessizliği dinlemek, bir orman gibi susmak, renklerin sesini ezberlemek, aşkın suç haline gelmesini izlemek ve şiirle telafi etmek, hepimizin yolculuğunun bir parçası olmalıdır.

Mektubunuzun dağınıklığı, sizin içsel dünyanızı ve düşüncelerinizin zenginliğini yansıtıyor. Bu dağınıklık içinde kaybolmak, yeni sözcükler ve umutlar aramak için bir fırsat olabilir. Sözcüklerden hançer yapıp kendinize saplamak yerine, onları yeni dünyalar kurmak için kullanmanıza hayranlık duyuyorum…

Yeniden yazıncaya dek, yeryüzü selam ile.

İlkay

***

Dizimin kanı mürekkebim olmasa hiçbir yazımı kaleme alamazdım Öğretmenim!

Siz topluma daha güzel dünyaların hayaliyle yazarken, bu satırları karamsarlığa kapılmayacağınızı umarak yazıyorum. Bir telefon görüşmemizde yaşam hakkındaki fikirlerimi size iletmiştim. Bir gün arayıp ulaşamadığınızda, benim için nasıl korktuğunuzu ve defalarca arayıp mesaj gönderdiğinizi hatırlarsınız belki, öğretmenim. Ben zorla yaşayan umutsuz bir insanım, bunu biliyorsunuz. Sebeplerimi sizinle konuşmamıştık. Hayat hakkındaki düşüncelerimi biraz da iç dökme niyetimle yazıyorum.

“Genç Bir Arkadaşa Mektup” başlığına uzun uzun baktım. Hiç yaşımın insanı olmadım. Spekülatif hayatımın ağırlığına girmiyorum; kaç yaşındayım ve kaç yaşında hissediyorum… Nasıl ki renkleri kıyaslayamıyorsak yaşları da kıyaslamamalıyız zannımca. Kaleminiz büyük, insanlığınız büyük, yaşadığınız hayat ve öğretmenlik kariyeriniz boyunca kimleri yetiştirdiğinizi düşündüm. Evet, yaşça da büyüksünüz benden, her anlamda yani kabul ediyorum; ama genç miyim? Hayır, canım öğretmenim. Tecrübe ettiğim yaşam, çok fedakarlık yapmama sebep oldu. Fedakarlıklar, insanın yaşamından ilmekler alır. Doğru yaşadın mı diye sorarsanız öğretmenim, hala doğru yaşama gayesiyle nefes alıyorum. Aşık Veysel’in ışığında, bu dünyadan en az zararla ayrılmak isteyen biriyim.

Beni yaşatan şey, başkalarının tecrübesizliğiyle atlatamadıklarını atlatma gücümde yatar. Kendime umut yarattım; topluma fayda sağlayacağını düşündüğüm bir ilk halka. Gündem Arşivi, yaşam sevincim oldu, beni hayata bağlayan bir bağ görevinde. Topluma ve aileme faydalı olmak, yaşamımı değerli kılıyor. Eski konuşmamızdan farklı olarak, şimdi daha umut dolu olduğumu belirtmeliyim. Ancak hayat hakkındaki karamsarlığım hala sürüyor. Müdahale edemediğim acılar beni hep üzüyor. En büyük lanetim, başkalarının acılarına empatide çok başarılı olmam. İnsan olmanın acizliğini yaşıyorum. Bu yüzden beynimde karamsarlık hüküm sürüyor. Normal insanlar yalnız mutsuzken gerçek boyuta geçiş yapar, ben bu boyutta sabit yaşıyorum. Zamanında yaşayamamış olarak, paslı bir ruhum var.

Yadırganması gereken hiçbir şeyin yadırganmadığı bir çağdayız. Değerlerin yenik düşmesini ve her şeyin baştan kaybettiğini izliyorum. Ağlayan bebekler hayatta hiç gülmeyecekmişçesine bir hisle, onlara demokrasi bırakma sorumluluğuyla ve başaramadıklarımla utanç içinde onlara bakamıyorum. Ülkemizde artan kötülüklerin neden çoğaldığını anlamlandıramıyorum. Hayat, yenilgilerle dolu bir teneffüse beni mahkum ediyor.

Bir hümanist, mutluluğu tatmadan ölmeye mahkumdur. Birilerinin lüks araba tekerleklerinde yalın ayak gezmek zorunda kalanların ayakkabılarını görüyorum; taşların üzerinde ezilen ayaklarım, yazın asfaltta yanıyor, kışın donuyor. Adaleti sağlayamadığım için çaresiz hissetmekten yoruldum, öğretmenim. Hiç tanımadığım insanlar, benden bir şey umarcasına ya da onlara borçluymuşumcasına yaşıyorum. Peki, bu cehennemden nasıl kaçabilirim öğretmenim? Bedenim beni tutsak ediyor. Ben bu çağın rahatsızıyım, her şeyin adaletsiz ilerleyişine arızayım. Hatalı bir ürün müyüm, yoksa imkansızlıkların sonucu muyum öğretmenim? Anlamadığım sonuçlar beynimi kemiriyor.

Hayat, sisli yelpazesiyle yönümü şaşırtacak kadar belirsizliğe itiyor. Ne ezdiğim toprak var, ne de üzerimde mavi bir gökyüzü. Mavi gökyüzüne baktığınızda, benim gibi taşmaya hazır bulutları siz de görüyor musunuz, öğretmenim? Titreyen dallar ve hışırdayan yaprakların dışında hiçbir şey işitmiyorum. Umutsuzluk işkence yaparken, huzursuzluğum çığlığa dönüşüyor. Zaten kimse duymuyor çığlıklarımı. Ateşin köz olmasına gerek yok, yanıyorum. Sırtımdaki yükler, görünmez bir ateş oluşturuyor ve bir türlü inmiyor. Nereye gitsem, sırtımı yakan ateş gibi, kaldıramıyorum ve kimseye acımı anlatamıyorum. Yaşamın suçu, ölümden daha acımasızca hayatımı sürekli sabote ediyor

Zafere gitmeyen yol nereye çıkar, öğretmenim? Her şeyin sonunun sıfıra varacağını düşünmek, beni sıfır noktasında sabit tutuyor. Kimse mutluluğun tanımını bilmiyor ve öğrenmeyecek. İnsanlık tarihinde mutluluk yok, yani hiç mutlu olmamışız öğretmenim. Çok düşünüp çok kaybettim.

İnsan kaç kere uyanır, öğretmenim? O kadar çok uyanış yaşadım ki, bu soruyu yıllardır soruyorum kendime. Düşler yol gösterse de ışık olmuyorlar. Her kötü farkındalıkta, o tecrübeyi edinmemek için neler feda etmezdik. İnsan, acınası bir yaratık. Bu duyguyu en çok emeklilerin “ölsem de bir boğaz eksilse evden” dediklerinde hissediyorum. Yaşam ihtiyaçlarına muhtaç, aynı zamanda bu ihtiyaçları karşılarken de yakınlarına merhamet muhakemesiyle dolu. Ormanlar kıyıma uğrarken milyarlarca canlı da kıyıma uğruyor. Yıllardır okuduğum şehit haberleri, kurumlarımızın işlevsizleştirilmesi, halkımızın açlığı, sağlık sorunları gibi nice sorunlar, dur durak bilmeden artıyor… Bugün hangi haberi okursam yüreğim orada yasta. Hep yaslı haber mi olur öğretmenim? Bazen parçalara ayrılmış bir kıta gibi hissediyorum; bir bütünden çok uzak, parça parça acılara bölünüyorum. Ne kara siliniyor ne de kara görünüyor. Bitmeyen nöbetlerin döngüsü müdür yaşam, öğretmenim?

Yaşamak hasar almaktır ve açılan yaralarımda az canımdan bırakmadım. Bu sebeple, bedenimin ağrı tecrübesine de yaşamak diyorum.

Yaşam, dümensiz gemiyle gösterilmeyen karayı bulmaktır. Zor bir hayat yaşıyorum, inadına yaşam benimkisi. Yaşıyorsam bir nedenim olmalı, fakat doğduğumda elime yazılmış bir not ya da ödev yoktu. İrdelemeye başladığım ilk anda arıza yaptım, yaratıldığım ayarları bir daha bulamadım. İrdeledikçe daha çok anlıyor ve daha çok kavradıkça, hayatım bir zindana hapsoluyordu.

Dünyaya gelmek kendi seçimimizse diye de sorguluyorum arada. Belli bir takım sorumluluklar edinerek gelmişsek ve iç sesimizde bu sorumlulukları duyuyor varsayarsak, yaşam bir anda çok anlamlı geldi mi size de öğretmenim? Mesela, 19 Mayıs’ta Samsun’a demir atmak gibi farklı sorumluluklar için yaşadıysak. Omuzladığınız sorumluluklar ile empati yaparak düşünür müsünüz, benim acıları derinden duymamda ve çözüm bulma sorumluluğunu edinmemde, sizce de haklı mıyım öğretmenim? Haksızsam eğer kendime yeni ateşten gömlekler hazırlayan bir deliyim.

Bir delinin en büyük sorunu yalnız bırakılmasıyla başlıyor. Bu delinin satırlarında sürçü lisan olduysa af ola.

Yaşamı bilinçli olarak ve çok ciddiye alarak yaşadığımı belirtmek istedim bu mektubumda öğretmenim. Çünkü benden geriye doğrularım ve yanlışlarım kalacak biliyorum, başkalarının geriye bıraktıkları gibi. Doğrularım ve yanlışlarım zincirlemesine bu hayatın derinlerinde devam edecek. Yanlış bırakmadan yaşamaya gayretim ve doğruları bulma telaşımla birlikte doğrularımı geride bırakarak gitme isteğim.

Ben, ölünce eksilecek bir nüfusum. Ben bu kadarım aslında ve siz bir nüfusu mektubunuzla önemli kıldınız, bu mektuplar toplamda bir teşekkür yazımdır. Tekrar yazarsanız çok mutlu olacak bir nüfusum ayrıca. Esenliklerde kalınız.

Sevgiler&Saygılar

Kemalist İlkay

***

Not: Çok değerli yazar ve şairimiz olan sayın Hayrettin Geçkin’e seslendiğim bu yazımla, üç mektup yazdım. Hazır yazmışken ve O’na bu kadar ders çalışmışken, O’nun edebiyat dünyası ve toplumdaki rolü hakkında ufak bir not bırakmalıyım, bu not kendime bir kayıt, bakarsınız ilerde bir kitabımda kullanırım.

Hayrettin Geçkin

Hayrettin Geçkin, Türk edebiyatının ve düşünce dünyasının önemli isimlerinden biridir. Yazıları, genellikle toplumsal, kültürel ve siyasi konular üzerinde yoğunlaşarak derinlemesine analizler ve eleştiriler sunar. Geçkin’in üslubu, düşünsel bir derinlik ve analiz yeteneği ile karakterizedir.

Geçkin’in yazıları, sade ama etkileyici bir dille kaleme alınmıştır. Karmaşık kavramları anlaşılır kılma becerisi, onun en dikkat çekici özelliklerinden biridir. Üslubu, okuyucuyu düşünmeye teşvik eden ve sorgulatan bir nitelik taşır. Bu sayede, Geçkin’in yazıları geniş bir okuyucu kitlesine hitap eder ve farklı düşünce yapılarındaki insanlar tarafından ilgiyle okunur.

Geçkin’in eserlerinde sıkça rastlanan temalar arasında toplumun ahlaki yapısı, kültürel kimlik, modernleşme ve gelenek çatışması, eğitim sistemi ve siyasi düzen bulunmaktadır. Bu temaları işlerken, tarihsel bağlamı göz ardı etmez ve geçmişle günümüz arasında köprü kurar. Özellikle toplumsal eleştirilerinde, yerel ve evrensel sorunları bir arada değerlendirir.

Hayrettin Geçkin’in yazılarında dikkat çeken bir diğer unsur ise analitik düşünme ve eleştirel yaklaşımıdır. Olayları ve olguları yüzeysel bir bakış açısıyla değil, derinlemesine analiz ederek ele alır. Bu bağlamda, yazıları akademik bir nitelik taşımasına rağmen, geniş kitleler tarafından anlaşılabilir ve ilgi çekicidir. Eleştirilerini yaparken, somut örnekler ve verilerle destekler, bu da yazılarının inandırıcılığını artırır.

Geçkin’in yazıları, toplumsal ve kültürel alanda önemli katkılar sunar. Özellikle genç nesiller için bir rehber niteliği taşır ve onları düşünmeye, sorgulamaya ve analiz etmeye teşvik eder. Yazılarında vurguladığı ahlaki ve kültürel değerler, toplumsal bilincin oluşmasına ve güçlenmesine yardımcı olur.

Sonuç olarak, Hayrettin Geçkin’in yazıları, Türk edebiyatı ve düşünce dünyasında önemli bir yere sahiptir. Dil ve üslup açısından sade ama etkileyici olan bu yazılar, geniş bir tematik yelpazeye sahiptir. Geçkin’in derinlemesine analiz ve eleştirileri, okuyucuları düşünmeye ve sorgulamaya teşvik ederken, toplumsal ve kültürel alanda da önemli katkılar sunar. Onun eserleri, hem akademik hem de popüler düzeyde ilgi görmeye devam etmektedir.

Sayın Hayrettin Geçkin‘in tüm yazılarına ve şiirlerine buradan ulaşabilirsiniz.

 

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Siz de fikrinizi söyleyin!