Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Kuşlar Uçtular

Mandalar söğüt dallarına yuva yapmayalı, balıklar da kavaklara çıkmaz oldu. Bu yüzden, kuşların uçmaz hale gelmesini sanmayın ki üzüntüden. Kuşların gönlü genişti, mandalarla da balıklarla da komşu olmaktan hiç gocunmamışlardı. Hatta mandalar çay sularında balıklarla birlikte yüzerken, kuşlar da mandaların üzerindeki keneleri ayıklardı.

Bir zamanlar çocuktuk; kuşlar gibi uçmak isterdik. Belki de bu yüzden kıskandık kuşları, yuvalarını bozduk, sapanlarla avladık o güzelim kuşları, bir dirhem et için. Oysa kuşların kanatları bizi taşıyamazdı, isteseler de. Büyüklerimiz, özellikle kargaları, hırsız diye belletti bize. Badiklerle, kargaların hırsızlık yapmasını engellemek için taşlardık onları. Saksağanları da düşman belledik; çünkü civcivleri aşırır, yumurtaları çalarlardı. Bu yüzden onlara da taş attık.

Köydeki samanlıkların duvarları kerpiçten, ahırlar ise taş duvarlıydı. Samanlık duvarlarına serçeler ve o güzel ama çok kokan kel ibikler yuvalanırdı. Viraneler baykuşların, mağaralar ise yarasaların mekanıydı. Viranelerden ve mağaralardan uzak durmamıza rağmen, merakımızı yenemezdik.

Köyün karşısında meşe ve çam ağaçlarıyla kaplı bir koru vardı. Asırlık çamlar hala inadına duruyor. Meşeler ise daha bir yanaşmış, birbirlerine sarılmışlar. Aralarında keçi ve koyun otlatır, kuş yuvaları bulurduk. Şimdilerde ise tavşan ve tilkilerin bile dolaşması zor. Ne kaplumbağalar var ne de gece gezmesine çıkan kirpiler.

Ulaşamadığımız ulu çam dallarında dağ güvercinleri mahalleler kurardı. Bakar, onların hallerine gıpta ederdik. Kıyılarında yemişen bükleri varsa, kekliklerin orada olduğunu bilirdik. Yemişen bükleri, kuşlara ev, kelebeklere ve arılara gezi alanı gibiydi. Doğa denince aklımıza kır çiçekleri, yabani meyveler, kurtlar, kuşlar, uçuşan böcekler ve çekirgeler gelirdi.

Kuşlar; yeryüzüne ara sıra konan, dallarda yuvalanan, göklerde dolaşan, değişik renklerde, büyüklü küçüklü uçan meleklerimizdi. Bazen taş atsak da taştan çok sevdiklerimizdi. O kadar çoktular ki bazıları gökyüzünde bulut gibiydi. O kadar azdılar ki bazıları göründüğünde umut gibiydiler.

O yıllarda çiftçiler tarlalarını öküz ve atla sürerdi. Gübre yerine kemre taşırdı tarlalarına. Zirai ilaç mı? “Yazın boku kışa ilaç” diyen köylü, otları yok etmek için ilaç kullanmazdı; otlara düşman değildi ki! Tarlalara traktör girdiğinde sevindik; hasat işleri kolaylaştı diye mutlu olduk. Avuç avuç beyaz gübreler saçtık tarlalara, başaklar daha bir alımlı oldu. Ancak otlar için ilaçlar kullandığımızda, anızları yaktığımızda tarlalardaki börtü böceği de yok ettik ve buna sevindik. Oysa börtü böcek, kuşların erzakıydı; yaban yoncaları ise evleriydi.

Erzakları kalmayan, evleri yıkılan kuşlar, geçinemeyen insanlar gibi başka diyarlara uçup gittiler diyorsanız yanılıyorsunuz. Uzaklara uçamayanlar da oldu, ama biz onların uçtuğunu sandık. Tıpkı mandanın söğüt dalına yuva kurduğuna ve balığın kavağa çıktığına inandığımız gibi…

14.08. 2024
Muhsin Salman

Siz de fikrinizi söyleyin!