Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri

Mektup (Kendime)

Bazı ortamlara yakışmadığınızı düşündüğünüz oldu mu hiç?

O ortamda olmanız gerektiği için, gerekli görüldüğü için bir şekilde sürüklenmiş olduğunuz o yerde, içki içtiğiniz kadehten, oturduğunuz sandalyeden bile daha az oradasınızdır, sandalye bile daha doğal davranır sizden, gösteremezsiniz sizi, anlatamazsınız, ”aslında ben…” diye bağırmak istersiniz, susarsınız, bazen çok düz olursunuz sıradanlığınız göze batar, bazen ergenlik çağındaki bir gençten daha sert olur fikirleriniz. Dahil olmaya, kendiniz olmaya çalışsanız da olamazsınız, görünmeyen bir el vardır, sizi geri çeker.

Bazı anlar vardır, aslında bunları yaşamamanız gereklidir, kendinize acırsınız o anlarda, küçük bir çocukken ki haliniz gelir aklınıza babanız yine eve sarhoş geldiğinde yatağın içinde nefesinizi tutup intihar denemelerinizi hatırlarsınız, hiç hayal etmemişsinizdir, hakketmemişsinizdir, sizce, ama hayat size yakışmayan sizin kendinize yakıştıramadığınız bu durumu size uygun görmüştür.

Bu deniz kenarında yenilen bir yemek masası da olabilir bir sabah uyanılan, sararmış duvar kağıtlarıyla kaplı odadaki yalnız bir yatakta.

Bazen birisi geçer karşınıza hiç duymayı istemediğiniz, belki yaptığınız belki yapmadığınız, belki düşündüğünüz, belki son anda vazgeçtiğiniz şeyler için suçlar sizi, sizinle beraber büyüyen yaşantınıza, ailenize, ahlakınıza, inançlarınıza, size kimse kimseye söyleyemez diye düşündüğünüz küfürleri savurur gözünü bile kırpmadan, size acımadan, siz durursunuz sadece durur dinlersiniz acaba dersiniz, neler yaşamış benden önce, yutkunursunuz, bahaneler uydurursunuz kendinizce ya içki yaptırmıştır ya da siz tahrik etmişsinizdir.

Bazen öyle bir ilişkide bulursunuz ki kendinizi, canınız acır, keşke dersiniz acının bir doktoru olsa gitsem, söküp alsa acımı, yoktur ama, acıya alışırsınız, hayalini hiç de kurmadığınız aşklarda başrol oynarsınız.

Bazen o kadar yalnız hissedersiniz ki kendinizi, nereye gitti bunca insan diye sorarsınız aynadaki kendinize, yapayalnız kalırsınız.

Bazen o kadar inandırırsınız ki kendinizi yalanlarınıza, her zaman aklınızla içten içe övünen siz, gerçekler gözünüze bile sokulsa göremezsiniz.

Kapatırsınız gözlerinizi sıkı sıkı…

Bazen yaşınızı söylediğinizde, duyduğunuz kendi sesiniz o kadar korkutur ki sizi geç kaldığınızı düşünürsünüz, nereye veya neye olduğunu bilmeden sadece geç kalmışlığın telaşı girer kafanıza.

Bazen inanmak istersiniz bütün kalbinizle, beyniniz inanma isteğinizin önüne öyle bir set koyar ki sadece kandırırsınız kendinizi bütün çabanızla, bazen de inanmamak istersiniz ‘’bu sefer dersiniz, bu sefer inanmayacağım’’ ama kalbiniz öyle teslimdir ki o ana yine inanırsınız, hem de kendinizi kandırmadan bütün varlığınızla teslim olursunuz.

Bazen o kadar istersiniz ki annenizin dizinin dibinde ağlaya ağlaya anlatmayı gerçekleri, susarsınız, dilinizden keyifli yalanlar dökülür.

Bazen bir bakarsınız hayatınıza, sadece pişmanlık hissedersiniz, eee peki dersiniz içinizden, hepsi mi yanlıştı yaşananların, yoksa kader her şeyi yazmıştı da sizin çabalarınız onu eğlendirmek için miydi sadece…

O zaman dursun istersiniz dünya, bakarsınız ki, o kadar da emeğe gerek yokmuş yaşamda, o kadar fedakârlık kadar dökülen gözyaşı, o kadar kendinizi kandırmanız sadece sizi değiştirmiş.

Sadece siz kalırsınız geriye geçen yıllardan yapamadığınız planlarınız, yaşayamadığınız hayatınızla siz yeniden başlarsınız yaşanmışlıkların yüküyle, belki size kalsa devam edersiniz ama maalesef sizin uzanıp da tutamadığınız elmayı o kopartmıştır dalından.

Bir kelimeyle, bir gecede her şeyinizi kaybedersiniz. Her şeyinizi evet, her şeyiniz çoktan olmuştur çünkü. Kaybeden olmuşsunuzdur, ama katıldığınız için teşekkür alamazsınız kimseden…

Ese

Siz de fikrinizi söyleyin!