Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Gundem Arşivi Klasikleri

Penceremden Ötesi Gökyüzü

Kitapları, dergileri bir kenara koyuyorum. Hiçbir şey yazmak da gelmiyor içimden. Televizyonu birkaç kez açıp kapatıyorum. Tadı yok. Üstelik bir hayli geç oldu. Yorgunum, halsizim, uyumam gerek. Ama olmuyor işte. Sanki bir yerinden kıymık batmış uykuma, dönüp duruyorum yatakta. Cumartesi Anneleri’nin durumu aklımdan hiç çıkmıyor. Günlerdir onların yaşadığı acılarla çalkalanıyor aklım. Biber gazlarıyla, coplarla, tekme tokatla, yerlerde sürüklenmelerle, göz altılarla geçen bin haftayı geride bıraktılar. Kaç kuyu acı, kaç kuyu kahır. Bin haftadır mezarlarının üstü açık. Bir kemik, yahut bir taş… “Rahat döşeklerin utanması bundan” dizesi dövüyor duvarlarını duyarlıklarımın.

Bir an önce uykuya geçebilmek için bunları kafamdan uzaklaştırayım derken Gezi Olayları’nın içinde buluyorum kendimi bu kez de. Sahi Gezi’nin 11.yıldönümü de geride kaldı. “Bir bildiği vardı o çocukların” diyor içimden hüzünle yükselen bir ses. Bir bildiği o çocukların… Sahip çıkmaya çalıştıkları bir doğa, özgür bir gelecek, insanlık onuru, yaşanası bir dünya… Bunları düşünürken hepten kaçıyor uykum. Gezi üstüne yazdığım şiirler, yazılar doluşuyor başucuma. Kalkıp otursam diyorum ama gücüm yok.

O da ne? Bir bu eksikti: “Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde işten eve dönerken karıma güller almıştım” diyen şairin isyan yüklü sesi gelip buluyor beni yılların ötesinden. Gözaltına alındığını söylüyor karısının gösteriler sırasında. Beni dinlemeyip basıp gidiyor Emniyet’e. Görüşemezsiniz diyor görevli. Elindeki gülleri gösteriyor memura. “Hiç olmazsa bunları…Bunları ona almıştım memur bey. Bunları ona… Biliyorum erken solar göz altılarda.”
“Su değil, elektrik değil ama her nedense iki de bir kesintiye uğrar demokrasi bizim gibi ülkelerde.”

Haberlerde Hakkari Belediyesi’ne kayyum atandığını duyunca, yerel seçimlerden bir iki hafta sonra “Bunlar yerel seçimlerdeki başarısızlığının acısını DEM Parti’den çıkarmaya çalışacaklar” diyen inşaat işçisinin sözleri kesti uykumun önünü. Onun, “O bölgede her vali, her kaymakam; kayyum nedeniyle potansiyel belediye başkanı sayılır” şeklindeki sözleri… Aynı işçinin yüzünü hatırlamasam da “Terör örgütü bir partiyle işbirliği yapıp yönetme adına ülkeyi çetelerin, mafyanın hizmetine sunan AKP, halkın tarifsiz yoksullaşmasını bu yolla gizlemeye çalışacaktır” şeklindeki sözlerini hatırlıyorum düşündükçe. Beni şaşırtmıştı açıkçası. Sinan Ateş Olayı’nı da benden daha iyi takip ettiği anlaşılıyordu konuya ilişkin söylediklerinden.

Kendimi uyumaya zorluyorum. Dağılsın istiyorum kafamdan dünyaya dair duyduğum kederin her biri. Dedim ya sanki bir yerinden kıymık batmış uykuma, dönüp duruyorum yatakta. Bu kez aklıma akşamüstü bahçemizde su aramaya çıkan kaplumbağa geliyor. Bir kapta ona istediği şeyi sunuyorum. Bir dahaki gelişinde kenarda bir yerde suyun hazır diyorum. Topla gel arkadaşlarını da istersen; yılan, kertenkele, sincap yanında kim varsa… Suyunu içtikten sonra,”Suyumu geciktirirsen kurur kalırım yaz ortasında” dercesine yüzüme baka baka uzaklaşıyor yanımdan: Geceye doğru ilerliyor. Sırtında ay ışığı.

Sokak hayvanlarını uyutacaklarmış. Öldürmenin kibarlaştırılmış adı uyutmak. Yok canım! Böyle bir şeyi kim göze alabilir? Gazze’de, Ukrayna’da daha pek çok yerdeki katliamlara ses çıkarmayan dünyalı kardeşlerimin insanlığı tutar da bu kez ses çıkarır böylesi bir katliama, belli mi olur diyorum. Böyle der demez bir gülmedir başlıyor bende. Kasıklarıma kadar gülme krizinin içine gömülüyorum. Sol yanımda yaman bir sancı. Gülme, gülme diyorum kendi kendime. Gülersen acıyacak bütün duyarlıkların diye uyarıyorum üst üste. Uyumaktan vaz geçtim, gülmem bir dursa.

Hak hukuk, adalet, demokrasi, özgürlükler zaten dip noktadayken ve kırıntıları da elden giderken, dahası bir türlü demokratik içeriğe kavuşamamış, topal bir cumhuriyet bile çok görülürken, “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” mantığıyla davranan halkın sessizliği çarpıntı yaratıyor kalbimde bu kez. Neyse ki geçiyor fazla uzun sürmeden. Ve devreye Filenin Sultanları giriyor. Filenin Sultanları yabancı bir takımla karşılaşabilmek için tasarruf tedbirleri kapsamında tarifeli uçakla yolculuk yapmak zorunda kalmış. Uzun boyları, uzun bacakları ile benim bile rahat bir şekilde yolculuk yapamayacağım uçakta kim bilir kaç saat süren yolculuktan sonra maçlarına çıkabilmişler iyi ki. Bizim Bakan Beylerden biri de Ankara’dan, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek yola çıkıp bakanlıklardan birine ait uçakla Kayseri’deki evine gidebilmiş ancak. Bravo!

Gecenin ortasını çoktan geçtim. Televizyonda gün içi yorumlar sırayla geliyor aklıma şimdi de: Güya emekliler bütçeden kendilerine ayrılan payın %7’den % 5’e düşürüldüğünü ve bu paya iki buçuk, üç milyon emekli daha eklendiğini ve böylece paylarının daha da düştüğünü anlayınca yerel seçimlerde sarı kart göstermiş iktidara. Muhalefetin iddiası da bu yönde. Tuhaf biçimde üzülüyorum bu şekildeki bir yoruma. Yahu diyorum adalet, hukuk, demokrasi ve özgürlük gibi kavramlara boş veren, onlar için mücadeleye girmeyen bir halk kendi hakkını nasıl savunacak! Fazla uzatmıyorum ama. İşi coğrafyanın kaderine bağlıyorum.

Bunları kafamda gezdirirken dalmışım. Ne kadar geçti bilmem, gözümü açtım ki günün taze ışıkları penceremde. Güne yeniden başlamak çok güzel… Çevre felaketleri yok kafamda. Devlet içinde cirit atan çeteler, haramiler, ülke üzerine oynanan oyunlar yok… Aklımım ucundan geçmiyor işlenen ya da işlenecek cinayetler, yolsuzluklar, söylenen yalanlar ve hırsızlıklar… Televizyondan da uzağım ne güzel. TÜİK rakamlarına göre yarı yaşımın altındayım. Görecek günler var daha.

Uykusuzluğum arasında güzel düşler kurmadım değil. Onları düşündüm gözlerimi açınca da.

Baktım güneş boyuna tırmalıyor penceremi. Kesilmiş ot kokuları sarmış her yanı. Ve haziran!

Buluttan pantolonuyla bekliyor kapıda.

Baktım penceremden ötesi gökyüzü. Penceremden ötesi kuşlar. Üstüm başım düş içinde. Gülerler mi bana acaba? Gece yaşadığım öyküyü giyinip çıksam sokağa.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!