Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Siyaset

Türk Milliyetçiliğinin Binmediği İktidar Trenleri

Yaklaşık otuz yıl kadar önce, ben daha üniversitenin birinci sınıfındayken siyasal İslamcı arkadaşım Demir Dinipak bana MHP’nin NATO’nun bir örgütü olduğunu, benzer yapıları hemen her NATO ülkesinde ve hareket adı ile kurulduğundan bahsetmişti. Geçenlerde de sosyal demokrat bir arkadaşım, Ülkücülerin DEM parti iktidara gelse bile, onlara yancılık ve yardakçılık yapacağını söyledi. Aklın yolu bir denirken, böyle şeyler kastediliyor galiba. Otuz yıllık süreç bir yana, son bir yılda şahit olduklarım bana bu söylenenlerin doğruluğu ispatlar gibi. 1995’ten beri Ülkücüler, halkın iktidar davetini geri çeviriyorlar.

1995 seçimleri ile ilgili olarak müteveffa Alparslan Türkeş’i çok eleştirmiş, hatta onuna alay etmiştim, dişçisini, doktorunu, dünürünü aday gösterdi ve teşkilatları küstürdü diye. Oysa benim dünürü, dişçisi, doktoru dediğim kişiler, yıllarca parti teşkilatında çalışmış kişilermiş. Benzer şekilde Isparta’da, Fen Edebiyat Fakültesinin dekanı iken aday olan ve Şamanist diye alay ettiğimiz, müteveffa profesör Bayram Kodaman’da halk tarafından sevilen biriymiş. Bu durumda teşkilatların başbuğlarına tavır almalarının sebeplerini başka yerde aramalıyız.

Lenin, devrimin son adımında bulunacağınız taraf, tamamen hangi sınıftan olacağınızla ilgilidir, demiştir. Sosyalist-komünist devrim uğruna savaşan yada mücadele eden bir burjuva olabilirsiniz. Romalı senatör ve Stoacı filozof Seneca, yazıları ile teorik, sosyalistti. Pratik kitle imparatorluğun en uzaktaki bölgesi Britanya’nın, yani İngiltere’nin tüm madenlerinin sahibi, ticaretini ve neredeyse tüm ekonomisini kontrol eden bir emperyalistti. İmparator Caligula, tüm servetini müsadere etmişti. Devrimin iktidar anında, iktidar değişimi ile neler kazanacağınız ya da kaybedeceğiniz önemlidir. Sosyalist bir devrimci olmanız için içiden öte, proleter, yani aç insan olmanız, kendinizin ya da çocuklarınızı sınıf atlama imkanları da yok olmalıdır. Bu yüzden pek çok devrim, ucundan dönmüştür. 1917’den sonra Bolşevikler, Avrupa’yı saracak devrim rüzgarları bekliyordu. Özellikle Orta Avrupa’da grevler, işgaller, günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş, bazı sanayi şehirleri bir kaç gün yada haftalık İşçi Sovyetleri ile yönetilir olmuştu. Oysa iktidara gelen faşizm oldu.

1995’te olası bir iktidar değiminden Ülkücülerin kazanacağı bir şey yoktu. Zaten iktidarda gibiydiler. Güvenlik güçleri Ülkücüydü, hele özel harekat, Ülkü ocaklarının hakimiyetindeydi. Hem JÖH, hem PÖH, hilal bıyıklıdan geçilmiyordu. Jandarma o yıllarda Genelkurmay’a bağlı olduğundan, her gün tıraş olmaları gerekiyordu ama buna aldıran yoktu, karışan yoktu. Özel Harekat seçmelerinin sonuçlarının, İçişleri bakanından önce Ülkü Ocaklarına geldiği sır değildi. Ülkücülerin tek gücü güvenlik kurumları değildi. Genel anlamda bürokraside Ülkücüler etkindi. İçişleri ve sağlık bakanlığı Ülkü ocaklarının egemenliğindeydi. Hatta bana sağlık bakanlığında daha uzun süre hakim oldular. Ben 2005’te sağlık meslek lisesine atandığımda daha yeni milli eğitime bağlanmıştı. (2005-6’dan önce kurumların kendi meslek liseleri vardı. Devlet Demir Yolları, tarım meslek, meteoroloji lisesi gibi. En büyük grubu da sağlık bakanlığı liseleri oluşturuyordu. 1997’den sonra yavaş yavaş tasfiye edilmelerine rağmen öğretmenler arasında en popüler parti MHP’ydi. (Ortada bozkurt ya da benzeri simgeleri hiç görmedim.)

Sadece kamu kuruluşları değil, mafya, dolmuş kahyalığı, pazar yerleri falan da Ülkücülerin elindeydi. Kurtlar Vadisi’nin meşhur ilk 97 bölümündeki iyi ve kötü karakterlerin tamamına yakını Ülkü ocağından yetişmedir. İlk 97 bölüme dikkat ederseniz ana karakterler arasında polis yoktur, mafyayla istihbaratçılar mücadele eder, istihbaratçılar da Ülkü ocaklarından yetişmedir. Sonuçta 1995’te Ülkücülerin, barajı aşma, devlet isteği yoktu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, Alparslan Türkeş’e başbuğum diyor; Erdal İnönü dahil mecliste grubu bulunan parti genel başkanları Söğüt şenliklerinde Başbuğ Türkeş sloganlarından kendi seslerini duyamıyordu. DYP ve ANAP, Ülkücüleri bu kadar beslerken, MHP için çalışmanın gereği yoktu. Seksenine yaklaşmış Alparslan Türkeş’in kendini ispat arzusunun önemi yoktu. MHP il ve ilçe başkanlıkları, ANAP ve DYP genel merkezinden daha canlı, daha havalıydı çünkü, DYP ya da ANAP’ta kariyer yapmanın yolu da Ülkü ocaklarından geçiyordu.

1995 seçimlerinde MHP barajı aşamadı ama ciddi bir oy potansiyeli olduğunu gösterdi. Bu yüzden ülkücülük budanmaya başladı. Budama için iki yıl sonra, 1997’de başbuğun ölümü beklendi. Türkeş, Ankara’nın bir daha Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesine kadar göremeyeceği büyük bir cenaze ile Ankara’nın, kısaca Bahçeli denen Bahçelievler mahallesinde anıt mezara gömüldü. Sonra olaylı, sandalyelerin havada uçultuğu bir kongre; kayyumun yenilediği kongrede Bahçeli’nin seçilmesi ile tasfiyeler başladı. Antalya’da, Akdeniz Üniversitesinde olan olaylardan sonra Bahçeli, Ülkü ocaklarını sokaklardan, kavgalardan çekti, Ülkü ocağı sayısını yavaş yavaş azalttı. Bürokraside de Ülkücü yöneticiler azaltılmaya başlandı. MHP’nin 1999 seçimlerinde ülkenin ikinci, sağın birinci partisi ve iktidar ortağı olması da bu süreci değiştirmedi. Hilal bıyıklı Ülkücü müdür ve şeflerin yerini, badem bıyıklı Fetöcüler aldı. Yurt-Kur ve Üniversiteler de Ülkücüler eski zorbalıkları bir yana, yer yer kendilerini koruyamaz oldular. Ülkücülüğün tasfiyesinde son aşama, Ülkücü mafyanın tasfiyesi oldu. Ülkü ocağında yetişmiş ve suç dünyasında bile olsa belli ahlak kriterleri olan, devleti sahiplenen mafya tasfiye oldu ve hatta oluyor.

Aslında 1995 seçimlerinden evvel ortaya çıkan bir gerçek var. Bu din maskeli neoliberal düzenden sıkılmış insanların bir kısmı, milliyetçi bir iktidar istiyor. Bunlar, Ülkü ocaklarında yetişmiş ve 12 Eylül sonrası eğitim ve medya sisteminin etkisiyle sola oy vermek istemeyen kitleler. Oysa Ülkücü liderler, Demir Dinipak’ın otuz yıl önce öngördüğü gibi, devlete ve neoliberalizm partilerine yancılık yapmakla meşgul. Uzun süre muhalefetlik yapamıyor. Meral Akşener İyi parti, son seçimde iktidarı AKP-MHP koalisyonuna hediye etti. İyi parti, Akşener’in genel başkanlıktan ayrılmasıyla, CHP’de Kılıçdaroğlu ayrılmasından sonra bir oy patlaması bekliyor olabilir. Rakip olarak Zafer partisi var. Fakat bu iki parti ve pek çok parti, yerel seçimler sürecinde muhalefet partisi olmak yerine, muhalefete muhalefete muhalefet partisi oldular.

Bu seçim, muhalefete muhalefet partilerinin de yenilgisiydi. Son yerel seçimlerden sonra CHP’yi iktidar yolundan kendisi bile alıkoyamaz. Halk artık bu neoliberal düzeni istemiyor. Bu yüzden medya ve eğitim sisteminin öcü gibi gösterdiği CHP’yi, otuz yıldan sonra yüzde otuz beş üzerine çıkardı. Gerçek muhalefet etmeyenler, muhalefete muhalefet edenler, gelecekte ana muhalefet olmayı bile hayal edemeyebilirler.

Sinan Kemal

Siz de fikrinizi söyleyin!