Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Kitaplar

Şam Ba – Göbeklitepe’nin Özgür Kadını / Suat Çağlayan

Bugün konuşacağımız romanda iki özel konu var. Biri yazarı, değerli ağabeyim, Prof. Dr. Suat Çağlayan, değerli bir siyaset ve tıp insanı… Ama kitaplarında sadece Suat Çağlayan, bazen de B. Suat Çağlayan, o kadar… Sadece bir kitabında, yaşam öyküsünü yazarken unvanını kullanmış. Bir dönemin gerçek anlamda Kültür Bakanı olduğundan söz etseniz, tevazu içinde başını öne eğer…

Diğer konu ise, yazdığı kitapların konusu hep dikkat çekici, hatta sıra dışı. Örneğin bir zamanlar “zeytin” konusuyla ilgilenmiş, Türkçe ve İngilizce yayınlanan kitapları var. “Umut” demiş, gençlik romanları yazmış. “Fındık Yaprağı” demiş, bir Karadeniz kadınının öyküsünü yazmış, “Yaşadıkça” demiş, yaşam öyküsünün altında bir dönemi anlatmış.

Tarih romanları deyince, ne yazık ki bir çoğumuzun adını kitabıyla tanıdığı ama aslında destansı bir kahraman olan “Tıbbiyeli Hikmet” romanından söz etmemek olmaz. Bir de Konak civarında heykelinin yapılmasını sağlamış.

Yakın sayılabilecek tarihimize de girmiş, benim de daha önce yazmış olduğum “Aristonikos” konusunu derinlemesine ele almış, Pergamon’un dünya tarihine geçen sınıfsal ayaklanmasını okurlarına “Umutlar Yarım Kaldı – Aristonikos” adıyla sunmuş. “İmbatla Gelen Kadın” romanında Amazonları benim ilk kez karşılaştığım şekilde ince ayrıntılarla anlatmış. “Sinopeli Diyogenes” sanırım konusunun ender örneklerindendir.

Tıp tarihi romanları başlı başına türünün verimli örnekleri arasında. “Hipokrat’ın Romanı” hem tıp tarihi hem de antik tarihten sahneler sunuyor. Bugünlerde “İbn-i Sina” üzerinde çalıştığını biliyorum.

Artık sıra bugünkü kitabımızda; Göbeklitepe bilindiği gibi son kırk yılın bilgisi, üzerine bilimsel makalelerin dışında bir şey yazıldı mı, ben rastlamadım. Göbeklitepe bir toplu tapınma alanı, daha doğrusu tapınma alanları topluluğu. Suat Çağlayan bu özelliği temel alan bir roman yazmış. Roman dosyasını ilk kez sanırım üç yıl kadar önce bana verdi, dikkatle okudum, çok ilgimi çekti. Kitap haline gelebilmesi için küçük düzenlemeler yaptım, yayına hazır hale geldi. Gel gelelim bir türlü yayınlanamadı. Sonunda Varyant Yayınları, sevgili Mehmet Nusreddin Özbay kardeşim yayınlamış, çok sevindim.

Şam Ba, Göbeklitepe’nin döneminin baskıcı erkek egemen inanç düzenine karşı dimdik ayakta duran özgür ve asi kızı… Günümüzden 12 bin yıl önce bir genç kız dinsel baskıya karşı ayakta durabilir mi, neden olmasın? Romanlar, edebiyat bunun için değil mi? “Olsaydı, nasıl olurdu?”yu görebilmek ancak böyle bir romanla olabilirdi. Her şeyden önce akla uzak hiçbir şey yok. Yaşam biçimleri son derece dikkatle incelenmiş, “İnsanların yaşama koşulları, bitkiler, hayvanlar o dönemde ancak böyle olabilirdi” denecek şekilde gerçekçi.

Romanın konusu Göbeklitepe’nin tapınma merkezi oluşundan yola çıkılarak, Şaman rahipleri, baskıcı rahipler, halktan yana olan rahipler, halkla ilişkileri üzerine şekillenmiş. Suat Çağlayan bir de kadın hakları hatta eşitliği içeriğini de eklemiş. “12 bin yıl önce kadın hakları mı olurmuş?” demeyin, bu bir roman… “Olsaydı her halde böyle olurdu” denecek denli akılcı.

Şam Ba adında özgürlüğüne düşkün, asi ruhlu bir genç kadın ve ona hayran genç tapınak görevlisi davulcu arasında yaşananlar çerçevesinde Göbeklitepe çevresinde obalarla Büyük Tapınak arasındaki bize hiç de yabancı olmayan sömürme, sömürülme öyküleri okuyucuya çok ilginç gelecek.

Günümüz düzenine dokundurmalar ve göndermeler de oldukça dikkat çekici:

“Büyük tapınak gerçek Şamanlığın merkezi olmaktan çıkmış, obaları gelir kaynağı gibi gören bir yer haline gelmiştir. Bunu gördüğüm için sizi sömürmeye çalışan ‘Büyük Tapınak’ın bir görevlisi olarak vurarak bulunmayı içime sindiremiyorum. Kutsal ruhun bana verdiği görev ile ‘Büyük Tapınak’ın benden bekledikleri arasında büyük farklar olduklarını gördüm. Bu nedenle sırtımdaki Şaman giysisini çıkarıyorum. bundan sonra ‘Kutsal Ruh’a kavuşuncaya kadar bu obanın içinde sizlerle birlik olacağım. İnsanların eşit ve özgür olmaları için gayret edeceğim.”

Büyük Tapınak’a baş kaldıranlara karşı ilk saptamalar da sanki günümüze değinmeler içeriyor:

“Buradaki insanlar Zincirlerini kırmış özgürlüğü içselleştirmeye başlamış bundan sonra büyük tapınakta köklü değişiklikler yapmadıkça olacakları kutsal ruh bile önleyemez.”

Suat Çağlayan’la konuştuğumda bu konuya yaklaşımını şöyle açıklamıştı:

“12 bin yıl önce ne yaşandığını elbette hiçbirimiz bilemeyiz. Ben gerçeklikten ayrılmadan olabilecekleri canlandırmaya çalıştım. O zamanlarda insanların inançlara bakışları veya kadın hakları böyle mi olurdu bilemem. Ben bugüne bir çağrışım yaptırsın istedim, bilinen zamanlarda ne değişti ki, olsa olsa buna benzer şeyler yaşanmıştır.”

Özellikle son sayfalarda verdiği mesajlar ve yazarın iletisi okurda gerçekten öyle olup olmadığını hiç düşünmeden yaşanabilecek bir sahicilik duygusu uyandırıyorsa, yazar görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir.

Sevgili Suat Çağlayan, değerli ağabeyim, yaratıcılığına büyük saygım var. Her zaman sürprizlerini sevgiyle bekleyeceğim. Kalemine sağlık…

M Osman Akbaşak

Siz de fikrinizi söyleyin!